Fleksor Kas Sistemi Nedir

Fleksör Kas Sistemi Nedir
Verdan, fleksor sistemi 5 zon içinde tanımlamıştır. Beasley,  tendon  yaralanmalarında  prognostik  faktörleri anlamanın  önemini  belirterek, Verdan’ın sınıflamasının ‘yemek kitabı modeli’ gibi cerrahiye uygulanmasının yanlış olduğuna dikkatleri çekmiştir.
Ektrensek fleksör kaslar 3 el bilek fleksörü ve başparmak ile diğer parmaklara interfalangeal fleksiyon yaptıran kaslardan oluşur. Parmak fleksörleri yüzeyel ve derin katagorilere ayrılır.
Fleksör tendon yanıt
Median sinir tarafından innerve olan FKR el bileğinin ana fleksörüdür. Karsılığı olan EKRB’in direk karşısına 3. metakarpın tabanına santral olarak yapışır. Bu nedenle EKRB ve FKR kasları elin sabit biriminin ana konumlandırıcılarıdır. Diğer uyum sağlayabilen bileşenlerin etrafında hareketine izin veren stabil bir platform oluştururlar. İkinci el bilek fleksörü FKU’dir. Ulnar sinir tarafından sıklıkla iki ayrı nörovasküler pedikül tarafından kontrol edilir. Kas gövdesi sıklıkla insersiyosu olan psiform kemiğe uzanacak kadar büyüktür. FKU avuç içine ekzantrik yerleşmesi nedeni ile esas olarak el bileğinin ulnar (medial) deviyatörüdür. Üçüncü el bilek fleksör kası PL’tur. Median sinir tarafından innerve edilir ve palmar fasyanın distaline devamı gibi insersiyo yapar. Boyutu hayli değişkendir ve çalışmalara bağlı olarak insanların %10 ila 15’inde (ortalama %11) total olarak bulunmaz (48). PL bulunduğunda kolayca alınabilmesi nedeni ile tendon grefti için en uygun tendondur.
Ekstrensek fleksör kasların derin grubu FDP ve FPL’tan oluşur. Bu kaslar beş parmağın son İF eklemlerinin güçlü fleksiyonundan sonumludurlar; radius, ulna, kuadratus kası ve interosseös mebran üzerinde derinde tek planda uzanırlar. Bu gruptaki kasların hepsi ön kol ve bilekte çoklu ve değişken ara bağlantılarla morfolojik ve fonksiyonel olarak birbirleri ile ilişkilidirler. Median sinir tarafından innerve edilen FPL ve 2. parmağının FDP’u ön koldaki bu bağlantılarına ek olarak ön kol distali ve karpal tünel içerisinde birçok tendon bağlantılarına sahiptir. Bu durum tanı koymada veya onarımlarda teknik problemlere neden olabilir. 3.,4.,5. parmakların FDP’ları çifte innervasyonlu (medial ve ulnar sinirler tarafından) tek bir kastan çıkan 3 adet tendon slipinden oluşur. Bu durum son üç parmağın bağımsız distal eklem fleksiyonu yapmalarını önler.
FPL, tek karınlı bir kas olup tendonunun uzun bir mesafeden başlaması, biyolojik olarak tercih edilebilecek bir yerde tendon uzatılması için uygun olmasına neden olur. Bu nedenle distal ön kolun tendon tamirlerinde başarı ile kullanılabilir. Karpal tünel ve distale doğru 1.metakarpın gövdesine sıkıca tutunarak başparmak MF eklemine doğru seyreder. Bu seviyede fleksör tendon kılıfının içine girer. Başparmak distal falanksının orta kısmı olan insersiyo noktasına kadar bu şekilde seyreder. Terminal fleksörlerin bu midfalangial insersioları ekstensör sistemin distal falanksın hemen tabanına yaptıkları insersioların karşıtıdır. Tendonun yönünde belirgin değişiklik yaptığı yerde FPL’nin kemiğe sıkıca tutunabilmesi için sağlamlığı arttırmak amacıyla giriş bölümünde fleksör tendon kılıfı çok kalındır fleksör tendon kılıfı giriş bölümünde büyük kuvvetlere maruz kalır. Bu yüzden bu yerlesim çok sık karşılaşılan bir tenosinovit olan tetik başparmağın olduğu yerdir. Tendon kılıfının tendonu MF eklem rotasyon aksından ayrılmasını önleme görevi, kılıfın proksimal kısmında olan doku kalınlaşmasının FPL’un olmazsa olmaz pulley’i olarak isimlendirilmesine neden olmuştur. Delici terimleri ile teknik olarak bir makaradan çok bir bastikadır (kurt ağzıdır), çünkü dönen bir kısım yoktur. Herhangi bir vakada, o seviyede tendon kılıfının bulunması normal fonksiyon için kritiktir. Bunun olmaması, fleksiyon sırasında tendonun eklem rotasyon aksına olan uzaklığındaki artma ile orantılı olarak fleksiyonun moment kolununda artmasına neden olur. Sıklıkla beraberinde FPL’un kopmasının birlikte görüldüğü yaralanmaların olduğu seviyedir.
2. parmağın FDP kası ayrıca median sinir tarafından innerve edilir ve tam olmayan önemli bir bağımsız fonsiyonu vardır. FPL ile bu bağımsızlığı engelleyen sık çapraz bağlantıları vardır. Tüm fleksör profundus kaslarının ön kol proksimalinde çok uzun tendonları ile seyretmeleri önemlidir. Bu nedenle el bileği veya ön kol distalinde meydana gelen yaralanmalar, yüzeyel fleksör grubun tersine, bu derin grubun kasına zarar vermekten çok onların tendonlarının kesilmesine neden olur.
Ekstrensek dijital fleksör kasların yüzeyel grubu klasik olarak 4 ayrı FDS kas gövdesinden oluşmaktadır. Bu kas gövdeleri sıklıkla karpal tünel içine kadar distale doğru uzanırlar. Tümü median sinir tarafından innerve edilirler. Bağımsız olarak kontrakte olma yetenekleri vardır, bu da ana fleksörleri olduğu PİF eklemlerine bağımsız fleksiyon yeteneği verir. Ancak yüzeyel fleksör kasların, irili ufaklı çapraz tendinöz bağlantıları nedeni ile tam bir bağımsızlığı yoktur. Bu bağlantılar insanların % 50’sinde 4. ve 5. parmaklarda belirgindir. Ancak grubun tümünde daha birçok gizli bağlantılar mevcuttur. 5. parmağın FDS’i çoğunlukla küçüktür, bazen de tamamen bulunmaz. Derin fleksörlerin tek bir düzlemde seyretmelerinin tersine yüzeyel fleksörlerden 3. ve 4. parmağınkiler, hemen antebrakial fasyanın altında ve el bileğinde PL’un altında çok yüzeyelde yerleşmişken, 2. ve 5. parmaklarınki bunların derininde yerleşmişlerdir. Median sinir el bileğinde çok yüzeyeldir, bu kompleksin ortasında ve eğer mevcut ise PL tendonunun hemen altında seyreder. Aslında el bilek seviyesinde en önemli yapılar volar ön kolun ulnar (medial) tarafında seyrederler. Bunlar median ve ulnar sinirler, ulnar arter, dokuz parmak fleksörüdür. Dört ayaklılarda, bunlar uzvun kuyruk yani korunaklı tarafındadır. Ancak insanlarda el bileğinin anteromedialinde toplanan bu hayati yapılar yaralanmaya açık haldedirler.
Avuç içinde yüzeyel fleksör tendonlar, derin fleksör tendonların yüzeyelindedirler. Avuç içinin distalinde, FDS tendonu ikiye ayrılır (bifurkasyon). FDP tendonu FDS bifurkasyonundan geçer. Böylece parmak boyunca derin tendon FDS’in anteriorunda veya yüzeyelinde yer alır. Uzun spiral bir seyirden sonra FDS’nin iki slipi orta falanksın orta 1/3’ ünde düz olarak yapıştığı yerin önünde doğru bir çaprazlamayla derin tendonun derinliğine doğru yönlenirler (Şekil 12). Profundus tendonunun, süperfisialis tarafından böyle tamamen sarıldığını bilmek süperfisialisi tendon transferi için kaldırırken önem taşır. Profundus tendonu etrafındaki bu ilmiği kaldırmak için bu çaprazlama tamamen ayrılmalıdır yoksa süperfisialis tendonu buradan çıkarılamaz. Bu gevşetmeyi yapmaksızın FDS ‘i aradan çıkartmaya çalışmak, bu kritik bölgeye ciddi zarar verebilir. Süperfisialis tendonu insersiyosuna kadar tüm seyri boyunca kaldırılmamalıdır, çünkü fleksör kılıfı içinde kalan fleksör digitorum profundusa dolaşım sağlayan vinkular yapıya zarar vermeden bunu gerçekleştirmek mümkün değildir. Dahası FDS’in inseriyosundan tamamen kaldırılması bu kritik sahada yapışıklıklara neden olabilecek yüzeylerin oluşmasına sebep olur. Bu da PİF eklemde rekurvatum deformitesi gelişmesi için bir basamaktır. Uzun fleksör tendonlar, proksimal falanks tabanından distaldeki sonlanma yerine kadar güçlü sinvial kılıfın içindedirler. Bunlara pulley sistemi denir. 5 anüler (A) ve 3 sirküler (C) pulley vardır.

Kılıf biyomekanik olarak parmak fleksiyonundan bağımsız olarak tendonunun rotasyon aks mesafesinin koruması için gereklidir. Aslında kılıfın vazgeçilmez iki bölümü vardır ki bunlar proksimal falanksın proksimal ucundaki A2 pulley ve orta falanksın ortasında ki A4 pulleyleridir.

Ekstensor Kas Sistemi Nedir

Ekstensör Kas Sistemi Nedir
İF eklem ekstansiyonuna katılan interosseöz-lubrikal kaslar ve EPL’a insersiyo yapan APB’in terminal slipi hariç ekstensör kasların tümü ekstrensektir.
1. metakarp abdükte olduğunda başparmak ekstansörü olarak etki eder. Ekstensör kas grubu üç el bilek ekstansörü ve tendonları el bileğini geçip başparmak ve parmaklara etki edecek daha büyük parmak grubundan oluşur. EKU radyal sinirin posterior interosseoz ayrışmasında bulunur ve tüm ekstansör kaslar radyal sinir tarafından innerve edilirler. EKRB el bileğinin ana ekstensörüdür, çünkü 3. metakarp tabanına merkezi olarak yapışır. El bilek ekleminin rotasyon aksından maksimum mesafede bir noktaya yapışır. Bu da ona el bilek ekstansiyonu için büyük bir avantaj sağlar. EKRL ve EKU 2. ve 5. metakarpların tabanına yapışırlar ve bunun sonucu olarak el bileğinin radial ve ulnar deviyasyonunu sağlar. İkincil olarak da ektansiyonuna katılırlar. El bileğinin ikincil eksentörlerinin ikisi de harekette fonksiyonel olarak bağımsızdırlar ve bu yüzden fonksiyonel olarak tendon transflerlerine uygundurlar. El bilek ekstansörleri EKRL’un seyrinin (ekskürsiyon) uzun oynama genişliği (amplitüd) ile birleşerek parmak fleksiyonu ile sinerjistik çalışırlar (normalde parmaklar kavrama yapmaya başladığı zaman el bileği otomatik olarak ekstansiyona gelir). Bu da EKRL’u IF eklem fleksiyonunu restore etmek için derin fleksöre tranfer etmek için mükemmel seçenek haline getirir. EKRL’u innerve eden sinirler spinal kordta EKRB’i innerve edenlerden bir alt seviyeden çıkarlar. Bu yüzden spinal kord yaralanması ile ilişkili el bilek ekstansiyon zayıflığı el bileğinin ana ektansörü olan EKRB’in paralizisini düşündürür ve tendon transferi için EKRL’un kullanımını imkansız kılar.
Ekstansör Tendon yaralanmaları
Ön kol ve el dorsumunda tüm ekstensör kas ve tendonları gevşek areolar doku içinde seyreder. Ancak el bileği seviyesinde tüm tendonları tam olarak uygun gösteren sinoviyal tünellerden geçer. Bu sayede konumlarından bağımsız olarak el bilek rotasyon aksı ile tam bir ilişki sağlanmış olur.
Ekstensor sistemi, Kleinert ve Verdan 8 zonda tanımlamışlar, daha sonra (Wehbe 1995, Doyle 1999) dokuz ve onuncu zonu eklemişlerdir.
Geleneksel olarak tüm tüneller altı ayrı kompartmana bölünmüşlerdir. Ancak ilk kompartman APLve EPB birbirinden tam olarak ayıracak şekilde kendi içinde bölünmüştür.
Birinci ekstansör kompartman radiusun stiloid çıkıntısı boyunca uzanır ve klasik ağrılı de Quervain tenosinoviti ile ilişkilidir. Birinci ektansör kompartman 1. metakarp tabanına yapışan APL’un tendonlarını içerir. Aynı zamanda MF eklem ektansiyonunu sağlayan ve başparmak proksimal falanksına yapışan EPB’i de içerir. Sıklıkla EPB, APL’un hemen dorsalinde tamamen ayrı bir kompartmanda da bulunabilir. Nadiren de EPB, EPL‘la birleşerek başparmak IF eklem ektansiyonuna katılmak için başparmak MF eklem distaline doğru seyreder.
İkinci ekstansör kompartman EKRL ve EKRB’in tendonlarını içerir. Güçlü kavrama sırasında el bileği ekstansiyona geldiğinde güçlü EKRB cilt altından görülebilir hale gelir. EKRL görülemez ancak EKRL’un lateralinde ve derininde hissedilebilir. Bu en iyi işaret parmağının ucunu EKRB’in radial tarafına koyup hasta sıkı yumruk yaptığında derine doğru bastırarak hissedilebilir.
Üçüncü ekstensör kompartmandan EPL geçer. Bu tendonun yönü başparmak MF eklem üzerinden distal falanksa doğru seyrederken Lister’in tüberkülünün kenarında aniden değişir. İF eklem ektansiyonunu sağlar. Başparmak tam ektansiyona geldiğinde EPL 3. kompartmanda el bileğine oblik şekilde çaprazlarken cilt altında görülebilir. Tenar eminensiya’da APB’in son kısmı başparmak MF ekleminin hemen distalinde EPL tendonuna yapışır. Böylece EPL çok yukarı seviyede kesilmiş olsa bile birinci metakarp palmar abdüksiyonda olduğunda başparmak IF eklemini ektansiyona getirebilir.
Dördüncü ekstansör kompartman, EDK tendonlarını ve daha derine yerleşmiş ve fonksiyonel olarakta bağımsız olan EİP’u içerir. Bu tendon diğer parmaklar tam fleksiyondayken işaret parmağını tam ekstansiyona getirebilir. EİP’un insersiyosu 2. MF eklem üzerinden ekstensör apenevrozda EDK’in medial (ulnar) tarafındadır. EDK’in tendonları bir tek kastan köken alırlar. Elin dorsal yüzünde kolayca görülebilen birçok bağlantıları vardır. Bu tendinöz bağlantılar bu kasın tek bir parmak üzerinde bağımsız hareketini imkansız kılar ancak bu yanıltıcı olabilir. Eğer antogonist kaslar (interosseözler) orta, yüzük ve küçük parmağın istenmeyen ektansiyonunu engelleyecek şekilde çalışırsa bağımsız olarak EİP kasının yaptığı gibi EDK’in çekmesi de işaret parmağını tek başına ekstansiyona getirebilir. Bu ektansör tendonlar MF eklem üzerinde ekstensör apenevroza girdikten sonra santral slip olarak proksimal falanks üzerinden distale doğru orta falanks tabanında sonlanacak şekilde devam ederler. İşaret parmağı hariç diğer uzun parmak ektansörlerinin çoğunlukla proksimal falanksa doğrudan kemiksel yapışmaları söz konusu değildir. MF eklem ekstansiyonunda EDK ana kuvveti sağlar. MF ekstansiyonu MF eklemin altındaki voler plağa uzanan örtü mekanizmasına olan bağlantıların proksimal falanksı tam anlamıyla çekmesi ile gerçekleştirilir. Bunlara örtü lifleri adı verilir.
İntrensek kas paralizisinde EDK’in MF eklemleri hiperekstansiyona getirmesi ile birlikte PİF eklemde karşılık olarak fleksiyona gelir ve ‘’pençe’’ el oluşur. Eğer MF eklemler pasif olarak fleksiyona getirilirse EDK santral slipler ile PİF eklemini rahatlıkla ektansiyona getirir.
Beşinci ekstansör kompartman, EDM’nin tendonlarını içerir. Fincan tutma hareketinde oldugu gibi EDM’nin fonksiyonel bağımsızlığı nedeni ile diğer parmak fleksiyonda iken 5. parmağı tam olarak ektansiyona getirebilen bu küçük kasın iki veya üç tane ayrı tendon slipi vardır. EDM 5. MF eklemin ana ekstansörüdür. Sıklıkla EDK’ten 5. parmağın ekstansiyonuna herhangi bir katkı olmaz. Bu tip vakalarda 5. MF eklem ektansiyonu tamamen EDM’ye dayanır. İnsersiyosu MF örtü mekanizması içinde 5. parmakta eğer bulunursa bir EDK bileşeninin ulnarındadır (medialindedir). EDM 5. parmağı ektansiyona getirdiği gibi abduksiyonunu da sağlar. Bu hareket inrosseöz kas fonksiyonunun kaybı ile sonuçlanan intrensek kas paralizisinde çok çarpıcı olarak ortaya çıkar.
Altıncı veya en medialdeki ekstensör kompartmanda, EKU’in tek başına seyreden tendonu yer alır ve 5. metakarpın tabanına yapışır. En iyi el bileği dirence karşı ekstansiyona getirilip laterale deviye edilince hissedilir.

El Kaslari Hakkinda

El Kasları Hakkında
Elde görülen hareketlerin hepsi karmaşık bileşik kas hareketleridir ve ana hareket ettiricinin tek başına faaliyeti sonucu oluşmaz. Kaslar intrensek ve ekstrensek gruplara bölünmüştür. İntrensek grup her şeyi ile elin içinde bulunur. Ekstrensek grup ise kol ve önkola yapışarak başlar ve uzun tendonları vasıtasıyla falankslara insersiyo yapar. Tüm kasların iyi tanımlanmış pedikülleri vardır. Bu da serbest kas transferlerine olanak verir. Tendon beslenmesi sinoviyal sıvıdan beslenmenin yanısıra iki temel vasküler yapıyla sağlanır. Tendonlar fleksör tendon kılıfları gibi sıkı kompartmanlar içinde olduğundan dolaşımları mezenter benzeri bir yapıdan sağlanır. Bu yapıya vinkula adı verilir. Küçük hareketli vasküler pedikülden köken alır ve harekete olanak sağlar. Diğer tüm yerlerde tendon dolaşımı etraf yumuşak dokulardan tendona giden sayısız vasküler bağlantılarla olur. Bu iki sistem arasında neredeyse hiç bağlantı yoktur. Dolayısıyla fleksör kılıf içinde, fleksör tendon vinkulasının yaralanması tendonun kan dolaşımında ciddi hasara neden olacaktır.
Üst ekstremite kasları arasında sayısız çapraz bağlantılar vardır. Bu yıllarca uzun ekstensörler için sıradan bir bilgi olmuştur ancak belki de daha çok çapraz bağlantının fleksörler ve intrensek kaslar arasında olduğu yakın zamanda anlaşılmaya başlanmıştır. Direk tendinöz çapraz bağlantılara ek olarak tendonlar etrafında sinoviyal kılıflar da birçoğunu birbirine bağlar, dolayısıyla çapraz bağlantılar kadar etkilidirler. Bunları tekrarlayan stres veya aşırı kullanım denilen durumlarda büyük rol almaları muhtemeldir (42). Detaylarda daima varyasyonlar olsa da el bilek seviyesinde önemli yapıların temel düzenleri aslında sabittir.

Parmakta Fleksiyon ve Ekstensiyon Arki

Parmakların Fleksiyon – Ekstensiyon Arkı
Parmakların fleksiyon arkı kavramı, elin fonksiyonunu anlamak ve restore etmek için önemlidir. Parmağın normal geniş fleksiyon arkı MF eklem seviyesinden başlayan fleksiyona dayanır. Eğer distal palmar arka gelecek şekilde parmakların tamamen kapanmasıyla tam bir arka hedefleniyorsa, sıra ilk MF eklem fleksiyonunu takip eder ve son olarakta DİF eklem fleksiyona gelir. Normal elde bunlar aslında koordineli hareketlerdir. Ancak burada kritik nokta fonksiyonel bir fleksiyon arkı isteniyorsa başlangıç fleksiyonunun DİF eklemle olmamasıdır. Eğer bu hareketlerin sırası değişecek olursa, Parmağın normal geniş fleksiyon arkı MF eklem seviyesinden başlayan fleksiyona dayanır.
Parmağın normal geniş fleksiyon arkı MF eklem seviyesinden başlayan fleksiyona dayanır. 11B) Parmağın normal geniş fleksiyon arkı MF eklem seviyesinden başlayan fleksiyona dayanır.
Normal fleksiyon arkının çok baskın bölümü MF eklem olması ve intrensek kaslarla kontrol edilmesine rağmen küçük bir bölümünde ekstrensek fleksörlerce sağlanır. Özellikle de FDS güç ve beceri için çok önemlidir. Landsmeer’in görüşüne uygun olarak normal hareket üç eklemden ikisinin kontrollü olması ile sağlanır (16). Yüzeyel fleksörlerin yokluğunda normal fleksiyon arkı görülebilir ancak güç ve becerinin azalacağı aşikardır. Fleksiyon DİF eklemde başlarsa ve parmak distalden proksimale kıvrılırsa, bu parmak uçları başparmak ile hiçbir zaman buluşamaz. Bu nedenle elin tüm intensek kaslarını paralize edecek bir median ve ulnar sinir lezyonunda diğer parmaklar için makul bir fleksiyon arkı oluşturmak için planlama yapmadan başparmak için bir opponensplasti planlamak akılcı olmayacaktır.

El Bilegi Fonksiyonu

El Bileği Fonksiyonu
El bilek hareketliliğinin önemi elin stratejik konumlandırılmasına yardımcı olması ve fleksiyona ve ekstansiyona gelmesinde yatmaktadır.
Bilek fleksiyonu ekstansiyonundan daha fazla yapılır. Merkezi olarak sonlanan FKR el bileğinin ana fleksörüdür.
EKRB de el bileğinin ana ekstansörüdür ve daha çok el bilek deviyatörü olan diğer el bilek ekstansörleri EKRL ve EKU’e göre el bileğinin rotasyon aksına göre daha merkezi ve dorsal sonlanma gösterir.
El bileğinin ikinci temel görevi kavranan cismin boyutundan bağımsız olarak dar ekskürsiyon aralığında en uygun güç oluşturabilecek şekil fonksiyonlarını yapmaları için dijital fleksör kaslarının gerginliğinin tenodez ile ayarlanmasıdır.
Dijital fleksörleri (erişkinlerde 5-8 cm) gibi uzun ekskürsiyon genişliği olan kaslarda bile kasın optimal güç sunumu yalnız 1.5-2 cm ‘lik bir aralıkta gerçekleşir ve kasın gerilmesi ve gevşemesi ile bu dar aralıktan hızla düşer. Örneğin geniş bir kabın vidalı kapağını açarken kişi parmak uçlarıyla kapağı tutarken diğer parmak eklemleri tamamen ekstansiyonda kalır. Pasif olarak el bileği hafif fleksiyona gelir tenodez ile parmak fleksörlerine göreceli bir uzama sağlanır. Bu yüzden uzun parmak fleksör kasları, güç üretimi için dar güç aralığında kalır. Aynı şekilde kişi küçük bir nesneyi sıkıca parmak ucuyla kavrıyorsa el bileği sinerjik olarak ekstansiyona gelip fleksör sistemin gevşekliğini alıp o şartlarda optimal güç üretimini sağlamak için onun gerginliğini tenodez etkisi ile ayarlar. Bu nedenle el bilek füzyonu parmak fleksiyon arkının uç sınırlarında kavrama gücünü azaltır, ancak arkın merkez bölümlerinde sorun yaratmaz.
EKRB en etkili ana el bilek ekstansörüdür. El bilek ekstansiyonu için en büyük moment koluna sahip olacak şekilde transvers karpal arkın yukarısında merkezi şekilde sonlanır. EKRL ve EKU ikincil el bilek ekstansörleri olmalarına rağmen etkili radial –ulnar deviatörlerdir. Amaçtaki bu farklılık bu kasların ileri düzeydeki fonksiyonel bağımsızlığı ile sonuçlanır. Bu nedenle tendon transferleri için EKRL ve EKU tercih edilebilir.

Tirnak Yatagi ve Tirnak Yapisi

Tırnak Yatağı ve Tırnak Yapısı

Saçlar gibi tırnaklarda, epidermisin boynuzsu tabakalarından köken alan, özelleşmiş deri uzantılarıdır. Tırnak, tutunduğu yerin (hiponişyum) hemen dışından, distal falanksın tabanında, ekstensör tendonların lateral bandlarının yapıştığı yerin hemen distaline gösteren germinal matriksten büyürler. Germinal matriks, kütikülün proksimalinde, dorsal cildin altına gizlenmiş olup, lunulanın sonuna kadar uzanır. Bunu distalindeki tırnak matriksi kısır matriktir, tırnağı yerinde tutar ancak oluşumunda çok az rol alır. Tüm matriks distal falanksın dorsal periostu ile yakın ilişki içindedir dolayısıyla buranın kırıklarında yaralanmaya çok müsaittir.
Tırnak Germinal Matriksten büyür. Distal falansa dorsalde lateral bandın yapışma yeri ile volarda FDP’nin yapışma yeri birbirinin ayna görüntüsü gibidir.
Tırnak yatağı boyunca görülen doku, kısır matrikstir ve pembe görülmesinin nedeni aşırı vasküleritesidir. Dolaşımı değerlendirmek için, kapiller dolumun takip edilebileceği uygun bir bölgedir. Proksimalden distale, tırnak yapımı azalır ve sert saydam tırnak oluşumu için boynuzlaşma artar. Kütikülün hemen yanındaki, germinal matriksin beyaz kısmı lunula, hemen her zaman başparmakta vardır ve işaret parmağından küçük parmağa gidildikçe daha az belirgin olup, küçük parmakta nadiren bulunur. Tırnak uzama hızı çok değişkendir, yeni bir tırnağın büyümesinin tamamlanması yaklaşık 6 ayı alabilir.

El Cildinin Ozellikleri

El Cildinin özellikleri
Elin palmar ve dorsal cildi arasında belirgin farklılık vardır. Dorsal cilt elastik ve incedir ve bu nedenle yumruk sıkmada görüldüğü gibi aşırı gerilmeye uyum sağlayabilir. Elde cilt, tırnak çevresi ve palmar derinin tırnakla birleşim yerlerinde iskeletsel yapıya diğer tüm bölgelerde yalnız gevşek areolar dokuyla tutunur. Dorsal cildin bu hareketliliği, palmar tarafta imkansız olan, bazı lokal flepler gibi manipulasyonlara izin verir. Dorsal areolar doku içinde lenfatik ve venlerin çoğu bulunur. Bunlar genelde iskelet yapılarının yanında uzanır ve eklemler üzerinden geçmezler. Dorsal cildin bu gevşek tutunması, elin palmarında oluşan bir patolojide bile şişliğin klinik olarak dorsalde gözlemlenmesine neden olur.
Elin palmar yüzündeki cilt benzersizdir ve büyük fonksiyonel önemi vardır. Herşeyden önce vücutta hiçbir bölgeyle kıyaslanmayacak kadar fazla duyu-sinir son organları ile doludur. Bu da elin normal fonksiyonunu yapabilmek için gerekli olan ince duysal algıları hissedebilmesini sağlar. Palmar cilt sürtünmeye karşı kalın bir keratin doku oluşturma kabiliyetine sahiptir. Buna nasır adı verilir ve dayanıklılık için gereklidir. Güvenli bir kavrama için gerekli olan sürtünme direnci bol miktardaki ter bezlerinden kaynaklanan nem ile birlikte papillar tepeciklerce sağlanır. Güçlü bir kavrama için gerekli olan sıkılık, palmar derinin sayısız fasyal bağlantılarla el iskeletine bağlanması nedeniyle oluşan elastikiyet azlığıyla sağlanır. Cilt ve palmar aponevroz arasında fibroadipoz dokudan oluşan yüzeyel fasya vardır. Bu da gerekli sıkılığı bozmadan elin yumuşaklığını sağlar. Bu doku, eldeki cilt katlantılarında yoktur, aslında bu katlantılar cildin eklemlerle ilişkili oldukları yerlerdir. Bu cilt katlantıları, karşılığındaki eklemin hemen üzerinde değillerdir çünkü rotasyon aksından belli bir mesafe uzaktadırlar. Katlantılarda cilt derin dokulara daha sıkı tutunur. Bu anatomik yapı insizyon planlanması gibi klinik durumlarda önemlidir.
Palmar cilt, papiller tepeciklerin tipik bir modelidir ve en iyi parmak pulpasında gelişmiş, sinirini kaybetmiş, anestetik bölgelerde yoktur. Her bir tepecik, epidermal çökmeler ile ayrılmış, epidermisin boynuzsu tabakalarının lineer kalınlaşması sonucu oluşur. Bu tepeciklerin apeksleri boyunca, ter bezlerinin ağızları, düzenli ve ardı ardına açılır ki sıradan bir oftalmaskopla gürülebilir veya bir tanjansiyel ışık altında incelendiğinde, ter bezi kanallarının ağızları parlar. Bu muayene, bakılan bölgede bir sinir hasarı olup olmadığını anlamada önemlidir. Ancak modern, klimalı hastanelerin acil salonları gibi, ter damlacıklarının anında kaybolduğu, kuru çevrelerde bu muayeneyi yapmak çok zordur.
Palmar cildin, fasyal bağlantıları özellikle parmaklarda çok iyi gelişmiştir. Lateralde periost bileşkesinde ve fleksör tendon kılıfında uzananlar Cleland’ın iyi tanımlanmış cilt bağlarıdır. Bu kuvvetli bağlar, aşırı hareketin olduğu eklem hattında azalmıştır. Parmakta nörovasküler demet daima Cleland bağlarının palmarında (voler veya anterior ) yer alır. Dolayısıyla bu bağlar nörovasküler demetin hızlı ve güvenli cerrahi açılımı için rehberdirler . Anteriorda parmakların palmar cildi, daha az tanımlanmış ve fibröz yağlı dokuya penetre olan Grayson bağları ile tutunur.
Cleland ligamantı, dorsal cilt bağları olarak isimlendirilir. Grayson’s ligamantı ise volar cilt bağlarıdır
Palmar cildin damar desteği, ortak dijital arterden köken alan ve vertikal yerleşmiş sayısız damarla sağlanır. Bu damarlar arasında çok az longitudinal ağ vardır. Bu yüzden küçük bir palmar flebi kaldırmak riskli olabilir.
Dorsal cildin tersine, palmar ciltte rijidite ve zayıf longitudinal vaskülerite paterni nedeni ile klinikte yararlı olabilecek çeşitli Z-plasti uygulamaları veya diğer lokal fleplerin kullanımı oldukça sınırlı olmaktadır.

El Anatomisi

El Anatomisi
Elin temel yapısını bazı yazarlar bilek, metakarplar ve parmaklar olarak 3 birimde incelerken, bazı yazarlar ise fonksiyonel el anatomisi olarak 4 birimde toplamışlardır.
Elin yapısal temeli, dört birim halinde düzenlenmiş 27 adet kemik ve el bileğinden meydana gelir. Bu dört birim ise; tek bir sabit birim (8 adet karpal kemik ve 2., 3. Parmak metakapları) ve bundan çıkan 3 hareketli birimden (birinci birim; karpometakarpden itibaren başparmak, ikinci birim; metakarptan itibaren ikinci parmak ve üçüncü birim: metakarptan itibaren üçüncü parmak ve karpometakarpaldan itibaren 4., 5.parmaklar) oluşur (Şekil 1A ). El bileği ekstansiyon ve fleksiyonunun büyük bölümü radyokarpal eklemde, lateral medial deviasyonu ise midkarpal eklem tarafından yapılır.
8 adet karpal kemik bulunur ve bunlar arasında çok sınırlı hareket vardır. 7 karpal kemik elbileği fonksiyonuna katkı sağlarken psiform kemik FCU tendonu içinde bulunur. Karpal kemikler 4 adet proksimalde ve 4 adet de distalde dizilirler. Distal karpal kemikler 2. ve 3. metakarp tabanlarına sıkıca bağlanarak elin sabit birimini oluştururlar. Diğer tüm kısımlar bu sabit birimle bağlantılı olarak hareket ederler.
Başparmak elin en hareketli ve en uyum sağlayan birimi olup çok hareketli olan karpometakarpal eklemde trapeziumla eklemleştiği yerde sabit birime bağlanır. Birinci metakarp tabanına yapışan APL ve tenar intrensek kaslar ile stabilize olup kontrol edilir.
İkinci en hareketli birim 2. parmaktır. Metakarpı, proksimalde trapezoide sıkıca bağlanmış olmasına rağmen metakarp ve interfalangeal eklemleri diğer parmaklardan daha fazla fonksiyonel özelliğe sahiptir. Bunun faydası 2. parmak, ince beceri isteyen işlerde başparmakla beraber çalışmasını önemli hale getirir.
3.parmak anatomisi, 2. parmaktan farklı olarak DİF eklemde FDP’nin fonksiyonel olarak bağımsız olmamasıdır. Orta parmak kapitatum ile proksimalde sabit birime sıkıca yapışır. Orta parmağın arada bir pozisyonu vardır; başparmak ile hassas tutma hareketini yerine getirirken 4.ve 5.parmakla beraber güçlü kavrama fonksiyonunu yerine getirir.
Elin fonksiyonel ünitine 3.uyum sağlayan birim güçlü kavrama ile ilişkilidir. Bu birim kısmen hareketli 4. ve 5. metakaplar ile 3., 4. ve 5. parmakların falankslarından oluşur. 4. metakarpal eklemin 15 derece ve 5. metakarpal eklemin 25 derece fleksiyon/ekstensiyon hareketliliği vardır. Bu da palmar yüz içinde tutmaya ve 4. ve 5. parmakların başparmak ile pulpa-pulpaya karşı karşıya gelmesine izin verir.
El bilek eklemi vücudumuzdaki en kompleks eklemdir. Karpal kompleksin karmaşık mekaniğini anlamak için birçok tanımlama önerilmiş olmasına rağmen, klinik olarak hiç biri basitçe karpalları proksimal (skafoid, lunat, trikuetrum ve psiform) ve distal (trapezium, trapezoid, kapitatum ve hamatum) sıra olarak ayırmaktan daha yararlı olmamıştır.
Elin Temel Birimleri. 2 ve 3. metakarplardan oluşan sabit birim karpometakarpalde karpal kemiklerle sıkıca bağlanmıştır. Hareketli ve uyum sağlayan birimler sabit birim etrafında hareket ederler. Başparmak en fazla uyum sağlayan birimdir ve 2. parmak onu takip eder. Güçlü kavramada önemli olan yapılar ise 3., 4. ve 5. parmaklar ve 4. ve 5. metakarplardır. Son iki MF eklemindeki hareketlilik avuç içinde kavramaya izin verir. Bu iskeletsel yapı sıklıkla karpal kaynaşma gibi küçük varyasyonlara sahiptir ancak temel model sabittir. 1B) Karpal kompleks proksimal ve distal sıra olarak ikiye ayrılır. Skafoid ikisi arasında bağlantı oluşturacak şekilde yarı proksimal yarı distal sırada yer alır. Bu da skafoidi kırıklara karşı savunmasız kılar. Psiform kemik FCU tendonu içinde bulunan susamsı bir kemiktir, bundan dolayı el bileğinin fonksiyonel parçası değildir (36). S: Skafoid, L: Lunat, T: Trikuetrum, P: Psiform, TM: Trapezium, TD: Trapezoid, C: Capitatum, H: Hamatum
Skafoid proksimal ve distal sıralar arası bir köprü olan tek kemiktir ve bu da onu kırıklara karşı savunmasız kılmaktadır. Çünkü karpal kemikler arası çok sınırlı bir hareket açıklığı vardır ve elin pozisyon alması radyokarpal (el bileği) eklemdeki aşırı fleksiyon ve ekstansiyon yeteneği ile sağlanır. Midkarpal eklemlerde çok daha az hareket vardır ama radyokarpal eklemde görülenden daha çok medial lateral el bilek hareketini sağlar.
El bileğinin konumlandırılması hem ön kol rotasyonu (pronasyon/süpinasyon) ile hem de beraberinde dirsek ve omuz hareketleri ile sağlanır. Pronasyon (el ayasını aşağı döndürmek) median sinir tarafından innerve edilen proksimal ön kolda pronator teres ve el bileğinin hemen proksimalinde pronator kuadratus kası tarafından radiusun sabit distal ulna üzerinde döndürülmesi ile sağlanır.

Turkiyede El Cerrahisi ve Gelisimi

Türkiye’de El Cerrahisinin Gelişimi
15. yüzyıldan 1950’li yıllara kadar olan zamanda cerrahların genelde periferik sinir cerrahisi ile ilgilendikleri görülür. Ülkemizde el cerrahisiyle ilgili ilk belge, 15. Yüzyılda Şerefeddin Sabuncuğlu tarafından yazılan “Cerrahiyetul Haniye” adlı eserdir. Sabuncuoğlu bu eserinde doğrudan el cerrahi olgularından bahsetmese de periferik sinir (siyatik sinir) hasarı ile başvuran hastaları bildirmiştir (27).
19. yüzyılın ikinci yarısında ülkemizdeki hekimlerin bir bölümü yurtdışına eğitim amacıyla gönderilmiştir. Ülkemizde modern cerrahinin kuruluşunda bu dönemde yurtdışına gönderilen hekimlerin katkısı büyüktür. Bu dönemin önde gelen cerrahlardan biri Cemil Paşa’dır. Cemil Paşa (Prof. Dr. Cemil Topuzlu), Fransa’da cerrahi eğitimini tamamlayarak ülkeye dönmüş, orada gördüğü antisepsi ve asepsi ilkelerini uygulayarak, cerrahi mortalite ve morbiditeyi önemli ölçüde azaltmıştır. Topuzlu ülkemizde birçok cerrahi girişimi ilk kez yapan cerrahtır. Bu nedenle ülkemizde modern cerrahinin kurucusu olarak kabul edilebilir. Cemil Paşa’nın travmatik sinir hasarına bağlı yaralanmalarında uyguladığı tekniği özellikle Teselya Muhaberesi olarak bilinen 1897 Türk- Yunan savaşı sırasında geliştirmiş olduğu bilinmektedir. Cemil Paşa’nın Tıbbiye-i Şahane döneminde yapmış olduğu median sinir anastomozu (1894) bilinen ilk modern periferik sinir cerrahisi girişimidir (28).
Prof. Wieting Paşa 1902-1907 yıllarında Gülhane’nin müdür yardımcılığını, 1909-1915 arası Gülhane müdürlüğünü üstlenmiş bir genel cerrahtır. 1908 yılında yayınladığı “Gulhane Festchrift” adlı eserinde toplam dokuz olguya sinir cerrahisi girişimi uyguladığını bildirmiştir. Bu dokuz olgudan beşinde siyatik sinir, birinde radial sinire, diğer üç olguda ise trigeminal ve frontal sinire girişim yapılmıştır (29).
Gülhane’nin Cerrahi Klinik şefliğini yapan Murat Bey (Prof. Dr. Murat Cankat) 1. Dünya savaşına askeri cerrah olarak katılmış, dönemin diğer cerrahları gibi cerrahi deneyimlerinin ve bu arada periferik sinir cerrahisi girişimlerinin büyük kısmını savaş esnasında geliştirmiştir (30). Cankat’ın 1947 de “Muhit Sinirleri Cerrahisi” adlı eseri ülkemizde periferik sinir cerrahisi alanında yazılmış ilk bilimsel yayındır.
1950 li yıllara kadar Türkiye'de el yaralanmaları olguları genellikle genel cerrahlara giderdi ve çok kez de bunlara bir şey yapılamazdı. Genel Cerrahi disiplini içinde plastik cerrahiye de sempati gösteren Prof. Dr. Halit Ziya Konuralp ve Prof. Dr. Cihat Borçbakan geniş uğraşı alanı içinde el cerrahisi ile özel ilgisi olan öncülerimizden sayılabilir (31).
1961 yılında Cihat Borçbakan ve Halit Ziya Konuralp’ın yer aldığı 15 cerrah tarafından "Türk Plastik Cerrahi Derneği " resmen kurulmuştur (32).
Ülkemizde modern anlamda el cerrahisi tarihi incelendiğinde bazı önemli otörleri belirtmek gereklidir. Modern anlamda klasik el cerrahisi uygulamalarının Prof. Dr. Rıdvan Ege, üniversitelerde ayrı bir birim şeklinde eğitim ve uygulama yapılmasının Prof. Dr. Merih Eroğlu, el ve mikrocerrahinin birlikte kurumsal uygulamasını ise Prof. Dr. Ayan Gülgönen ve Prof. Dr. Türker Özkan ile başladığını görürüz.
Dr. Rıdvan Ege 1966 yılında Amerika’da New York Columbia Üniversitesinde Dr. Carroll’un, Southern California Üniversitesinde Dr. Boyes’un, Iowa Üniversitesinde Dr. Flatt’ın yanında çalışarak El Cerrahisi eğitimini geliştirmiştir. Ülkemize döndükten sonra çalıştığı üniversitelerde el cerrahisi uygulamalarına ağırlık vermiş, el cerrahisinin ayrı bir uygulama alanı olduğu anlayışını yerleştirmiştir. 1977 yılında El Cerrahi ve Rekonstrüksiyonu Derneği’ni kurarak 27 yıl süreyle başkanlığını yapmıştır. ‘’El Cerrahi ve Rekonstrüksiyonu Derneği’’ adı altında 1977’de kurulan dernek günümüzde ‘’Türk El ve Üst Ekstremite Cerrahisi Derneği’’ olarak faaliyetlerini yürütmektedir (33).
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde Ortopedi ve Travmatoloji öğretim üyesi olarak çalışmakta iken 1970 yılında New York Colombia Üniversitesinde Prof. Dr. Carrol’un yanına giderek el cerrahisi eğitimi alan Prof. Dr. Merih Eroğlu, ülkeye döndükten sonra ortopedi ve travmatolojiye bağlı bir alt birim olarak el cerrahisi birimini oluşturmuş ve el cerrahisi eğitimi ve uygulamaları yapılmasını başlatmıştır. Bu kurumdan el cerrahisi yapan çok sayıda cerrah yetişmiştir.
Dr. Ayan Gülgönen ise 1970 yılında New York Colombia Üniversitesinde Dr. Carrol’un yanında, 1977 yılında Fransa Nancy Hospital Jeanne D’Arc’da Dr. Michon’un yanında çalışarak ülkemize mikrocerrahi uygulamalarını getirmiştir. İlk başarılı parmak replantasyonu 1978 yılında İstanbul Tıp Fakultesi’nde yapan (34) Gülgönen, yurt dışındaki uygulamaları göz önüne alarak, bu işin bir ekip işi olması nedeniyle 1980 yılında İstanbul Özel Fransız Pasteur Hastanesi’nde rehabilitasyonu da içeren geniş bir el cerrahisi ekibi oluşturmuştur. Bu ekipte Gülgönen’nin dışında Prof. Dr. Türker Özkan, Dr. Oya Bayrı, Dr. Özer Dursun bulunuyordu. İlk başarılı ayaktan ele parmak transferi (1978), ilk serbest ileum transferi (1979), ilk serbest groin flep (1978), ilk lenfatiko-venöz anostomoz (1979), ilk el replantasyonu (1981), ilk fonksiyonel serbest kas transferi (1982), ilk kol replantasyonu (1983) , ilk serbest önkol flebi (1984) ve ilk latissimus dorsi serbest flebi (1986) aynı ekip tarafından yapılmıştır. Ülkemizde mikrocerrahi alanında ‘’ilk’’ başarılı ameliyatları yapan Özkan ve ark.’ları 1987’de ‘’Rekonstrüktif Mikrocerrahi Derneği’’ ni kurmuşlardır (35).
Üniversiteler ve eğitim hastanelerinden gelen çok sayıda hekim, bu özel kurumda el ve mikrocerahi eğitimi almış ve daha sonra el cerrahisini kendi kliniklerinde uygulamaya başlamışlardır. 1980 yılında Onur Erol tarafından Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinde Deneysel Mikrocerrahi Laboratuvarı kurulmuştur. Türkiye'de el cerrahisi bilim dalı ilk defa 23 Ekim 1991'de Prof. Dr. Metin Erer tarafından İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Ana Bilim dalı bünyesinde kurulmuştur. Bunu 1993 yılında da Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Ana Bilim Dalı bünyesinde Prof. Dr. Mesut Özcan tarafından kurulan birim izlemiştir.

Mikroskop ve El Cerrahisi

Mikroskobun El Cerrahisine Katkıları
Mikroskobu cerrahide kullanan ilk hekim Carl-Olaf Nylen’dir. Nylen 1921 yılında monooküler mikroskobu önce tavşanda daha sonra kulak operasyonlarında kullanmıştır.
Holmgreen binoküler mikroskobu geliştirerek 1922 yılından itibaren kulak operasyonlarında kullanmaya başlamıştır. 1942 yılında Shanbaugh ışık huzmesinin objektifin içinden geçerek amaliyat sahasını dogrudan aydınlattığı sistemi geliştirmiştir. Littman’ın tasarladığı odak mesafesi değiştirilebilen, portatif operasyon mikroskobu Zeiss firması tarafından 1953 yılından itibaren seri halinde üretilmeye başlanmış ve özellikle kulak ve göz operasyonlarında yoğun olarak kullanılmıştır.
Mikrovasküler cerrahinin gelişminde dönüm noktası 1961 yılında operasyon mikroskobunun Jacobson ve Suarez tarafından damar anastomozunda kullanılmasıdır. Mikrovasküler anastomoz terimi ilk defa Jacobson tarafından kullanılmıştır (22).
Mikroskobun kullanımının getirdiği bu büyük başarı dikkatleri bu konuya yöneltmiştir. Lee ve Fischer 1961 de mikroskop yardımıyla 7/0 ipek kullanarak sıçanda porto-kaval anastomoz yapmışlardır.
Mikrovasküler anastomozun deneysel çalışmalardaki bu başarısı, kısa sürede klinik kullanıma girmesine neden olmuştur. 1962 yılında Malt ve McKhan (23) , 1963 yılında Chen ve Chien ilk başarılı ön kol replantasyonu olgularını yayınlamışlardır. 1964 yılında Nakayama, 1965 yılında Jurkiewicz ve Saidenberg serbest jejenum flebi ile özofagus onarımı olgularını bildirmişlerdir. Bunlar tarihteki ilk başarılı serbest flep uygulamaları olarak kabul edilir. 1963 yılında Kleinert ve Kasdan subtotal ampute bir başparmakta revaskülarizasyon olgularını yayınlamışlardır (24).
1964 yılında Buncke tavşan kulağında 1mm çaplı damar anastomozu yaparak replantasyonlar gerçekleştirmiştir. Buncke aynı zamanda mikrovasküler anastomozda naylon dikiş kullanan ilk çalışmacı olmuştur. Buncke bu dikişleri garajında ipliğin ucunda çelik eriterek üretmiştir. Daha sonra Buncke’nin yardımlarıyla bir firma, bugün mikrocerrahi anastomozda yaygın olarak kullanılan farklı çaplardaki iğneye sahip dikiş materyallerinin seri üretimini gerçekleştirmeye başlamıştır.
Susumi ve Tamai 1965 yılında ilk başarılı parmak replantasyonu olgularını yayınlamışlardır. Yine 1965'te Bunke, Schultz ve Çin'de de Chen replantasyonlara başladılar (25). 1979 da Buncke ( San Fransisco ) bir maymuna ilk kez “toe to thumb” prosedürünü gerçekleştirdi.

El Cerrahisi Tarihcesi

El Cerrahisi Nedir, El Cerrahisinin Tarihçesi

El cerrahisinin tarihi incelendiğinde Bell (1794-1842) ve Steindler (1878-1959) ile İkinci Dünya Savaşı sonrası modern el cerrahisinin öncüsü olan Bunnell (1882-1959) en önemli isimler olarak göze çarparlar. İlk belgeler ise Hipokrat’a (M. Ö. 460-377) kadar uzanır.

Hipokrat el yaralarında özel pansuman gerektiğini, cerrahi araçların tekrar kullanılması, oppozisyon fonksiyonu ve korunması, elin fonksiyonel durumda atellenmesi, el bilek kırıklarında bugüne uyan redüksiyon yöntemleri konularında açık görüşler dile getirmiştir. Hipokrat İskenderiye’ye yerleştiğinde “ yara kenarları tazelendikten sonra yarayı dikiniz ve onu bal emdirilmiş bezlerle örtünüz” diyerek debridmanı tanımlamıştır.
17. yüzyılda turnike kullanılmaya başlanmış ve birçok el amputasyona gitmekten kurtarılmıştır.

1800’lerde iki ünlü cerrah, el ile ilgili iki önemli tanımlama sundular. Bunlardan birisi olan Dublin’li Abraham Colles 1814’de radius distal uç kırığının redüksiyonunu tanımladı. Yine aynı dönemde kadavra disseksiyonu sırasında elini kesen öğrencisinin parmaktan başlayıp omuza kadar ulaşan enfeksiyonun sepsise ilerlemesi sonucunda ölmesini göz önüne alarak el kemiklerinin bol su ile yıkanması ilkesini getirdi. Diğer tanımlama ise 1833 yılında Paris’li cerrah Dupuytren Guillaume ’in daha önceleri tendon kalınlaşması olarak bilinen avuç içindeki sert bantların ve şişliğin palmar fasya hipertrofisi olduğunu ortaya koyarak bugün Dupuytren Kontraktürü denilen hastalığa açıklık getirmesidir (12).

1881’de R. Won Wolkman eldeki kontraktürü, sonradan kendi ismiyle anılan kontraktürü geniş olarak tanımladı (12).

El cerrahisinin ilk otörlerinden Sir Charles Bell (1774-1842) ‘’The Hand-Its Mechanism and Endowments as Evincing Design ’’ adlı eserini, karşılaştırmalı anatomik araştırmalara dayandırarak yazmıştır (13).

Duchenne’in ‘’ Physiology of Motion’’ adlı eseri, elin iç kas yapısının resimlenmesi açısından temel çalışma olma özelliğini halen korumaktadır (14).
Almanya’dan Karl Nicoladone (1849-1903) başpamak rekonstrüksiyonu (1891) konusunda el cerrahisinin gelişiminde öncülük etmiştir. Osteoplastik başparmak rekonstrüksiyonu, tendon transferleri ve ikinci ayak parmağını el başparmağına transfer etmiştir (15).
ABD’nin (Boston) ilk plastik cerrahlarından biri olan George Monks (1853-1933), süperfisial temporal arter pedikülü üzerinden kaldırdıgı alın flebini alt gözkapağı rekonstrüksiyonunda uygulayarak flep cerrahisinin, el cerrahisinde kullanılmasına öncülük etmiştir (15).
1897’de Chicago’dan John Murhpy el ve bilek bölgesindeki yaralanmış tendon, sinir ve damarlara dikkat çekti. 1912 yılında yine Chicago’dan Gutrie’nin ‘’ Blood vessel surgery and applications’’ adlı çalışması yayınlandı. Bu çalışma Aleksis Carrel’i ( Chicago ) etkileyip damar anostomozlarına yöneltti ve 1929 yılında Nobel ödülünü aldı ve mikrocerrahi girişimlerinin başlamasına öncülük etti (15).
Chicago el grubunun el cerrahisinde öncülüğü devam etti. 1. Dünya Savaşı’na katılan Sumner Koch, Michael Mason ve Harvey Allen başarılı tendon tamirinin bilimsel temellerini gösterdiler. Aynı yıllarda İngiltere’de Sir Herbert Seddon, sinir tamiri ve greftlemesinin temellerini ortaya koydu (15).
Fransa’da, önce Guermonprez (1887), daha sonra ise Marc Iselin (1937) ve Jean Gosset (1949) ipsilateral parmak transferlerini gerçekleştirmişlerdir. Gosset, ikinci parmak transpozisyonu için nörovasküler pedikül yöntemini ilk kullananlardan olmuştur (15).
ABD’den ( Chicago) Allen Kanavel 1912’de enfeksiyonların drenajı için başparmak sinovyal tendon kılıfı ve palmar bölgede, nörovaskuler yapılara zarar vermeyen kesiyi tanımlamıştır (15).
M.F. Landsmeer, parmağın ekstansör sisteminde rol alan retinaküler bileşenlerin dinamik esasları konusunda ayrıntılı bir analiz yapmıştır (16).
Frederic Wood-Jones’in ‘’ The Principles of Anatomy as Seen in the Hand (1920)’’ adlı eseri halen en değerli el cerrahi kaynaklarından biridir (17)
Anatomik resimlendirme sanatı Leonardo Da Vinci’yle (1452-1519) başlamıştır. Onun insan vücudu üzerindeki disseksiyonları ve çizimleri Belçikalı anatomist Andreas Versalius’a da (1514-1564) ilham vermiştir. Versalius’un yaptığı disseksiyonlar 1543’de ‘’De Corporis Humani Fabrica’’ adıyla yayınlanmıştır. Yine Belçikalı Jan Van Calcar tarafından Versalius disseksiyonları resmedilmiştir. Bu tip uygulamalar 1000 yıllık Ortaçağ geleneğini (Galenik) de kırmıştır. T.Von Lanz ve W.Wachsmuth’un eseri ‘’Praktische Anatomie (1935)’’ 20.yüzyılın en seçkin anatomik prezantasyonlarındandır.
1981’de cerrahideki yeni gelişmelerle beraber, Robert Beasley ve arkadaşları tarafından yeni disseksiyonlar yapılmış olup bunlar cerrahi eğitim için idealdirler.

Amniyon Zarinin Guvenirligi

Amniyon Zarının Güvenirliği
Öncelikle  donör   materyali   temiz   ve   aseptik   şartlar   altında   alınmalı   ve saklanmalıdır. Enfeksiyon ajanlarının geçişi  insan  organ  ve   dokularının transplantasyonuyla   birliktelik   gösteren   risklerden   biridir.  Bu nedenle organ transplantasyonuna   uygulanan güvenlik   kriterleri AZ   transplantasyonu   için   de uygulanmalıdır.
Potansiyel donörün saptanmasından sonra HIV, HBV, HCV ve Creutzfeldt-Jacob Virüsü alma riskleri araştırılmalıdır. Ayrıca sifiliz testi de uygulanmalıdır. CMV ve toksoplazma testleri AM dahil çoğu doku transplantasyonu için uygun değildir (50).
Amniyotik zarın kullanılabilmesi için 4 farklı hazırlama yöntemini vardır (51);
-     Gliserol
-     Radyasyon
-     Lipofilizasyon
-     Kriyopreservasyon
AMNİYON ZARININ KULLANIM ALANLARI Oftalmolojide Kullanım Alanları
1- Symblepharon tamiri
2- Kimyasal ve termik bulbüs oküli yanıkları
3- Korneal yüzey defektleri, perforasyonlar ve ülserler
4- Sympatic Bullous Keratopaty
5- Keratopaty
6- Nüks eden Pterygium
7- Oküler skatrisyel Pemphigoid ve Steven-Johnson sendromu
8- Parsiyel Limball Stem-Cell
9-  Glokom cerrahisi ve trabekulektomi sonrası hava kabarcıklığı filtrasyonlarının önlenmesi
10- Konjunktival skar revizyonu
11- Geniş oküler yüzey neoplazilerinin eksizyonları
12- Kronik alerjik kerato-konjunktivitisler
13- Herpetik ve nörotrofik keratitisler
14- Acanthomoeba keratitisi
15- Desmatosel Oluşumu ve Kornea Perforasyonunda
16- Sklera Perforasyonunda
17- Limbal Kök Hücre Transplantasyonu
18- Kimyasal ve Termal Yanıklarda
B. Genito-Üriner Sistemde Kullanım Alanları
1- İdrar kesesi rekonstrüksiyonu
2- Üretra rekonstrüksiyonu
3- Vajina ve vulva rekonstruksiyonu
4- Ovarial ve uterus defektlerinin tamiri
5- Ovarium ve uterus adezyonlarının önlenmesi
C. Abdominal Cerrahide Kullanım Alanları
1- Dalak yırtılmalarının tamiri (75) 2-Safra yolları rekonstrüksiyonu
3- Karın duvarı defektlerinin (gastrochisis, omphalocell) tamiri
4- Abdominal adezyonların önlenmesi
D. Sinir Sisteminde Kullanım Alanları
1- Periferal sinir anastomozlarında adezyonların önlenmesi
2- Spinal kord yaralanmaları ve miyelomeningosel olgularının tamiri
E. Ortopedik Cerrahide Kullanım Alanları
1- Tendon adezyonlarının önlenmesi ve iyileşmesinin hızlandırılması
2- Artritik eklemlerde interpozisyon artroplastisi
F. Diğer Sistemlerde ve Hastalıklarda Kullanım Alanları
1- Kronik iyileşmeyen ekstremite yaralarının tedavisi
2- Yanıkların tedavisi
3- Trakeal epitelizasyonun sağlanması
4- Doku kayıplı ve enfekte yaraların sağaltımı

Amniyon Zarinin Etkileri ve Ozellikleri

Amniyon Zarının Etkileri ve Özellikleri
AZ, kolaylıkla elde edilebilir. Doku, cerrahinin planlanması veya diğer seçeneklerin değerlendirilmesi için yeterli zamanı sağlayacak olan birkaç ay süresince -80˚C de saklanabilir. Zar, HLA-A, HLA-B veya HLA-DR antijenleri içermediğinden transplantasyon sonrası immunolojik rejeksiyon ortaya çıkmaz (38). Bünyesinde birçok büyüme faktörünü, oksidasyon-redüksiyon enzimleri, sekonder enzimleri ve daha birçok faktörü bulundurur (Human chorionic gonadotropin (HCG), Transforming growth factor (TGFß1-2-3), Basic fibroblast growth factor (bFGF), Epidermal growth factor (EGF), Transforming growth factor  (TGFa Keratocyte growth factor (KGF), Hepatocyte growth factor (HGF), Brain natriuretic peptide (BNP) Nerve growth factor (NGF Growth factor mRNA (GFmRNA) Steroid hormonlar (Östrojen, Progesteron), Hidrolitik enzimler, Oksidasyon ve redüksiyon enzimleri, Sekonder enzimler) (39).
AMNİYON ZARININ ETKİLERİ
Salgıladığı büyüme faktörlerinin (b FGF, HGF, TGF P, EGF, KGF) etkisiyle reepitelizasyonu uyarır (40). AZ, transplante edilmiş bazal membran özelliği taşıması ile epitel hücrelerinin adezyonunu, migrasyonunu ve diferansiyasyonunu destekler (41). Ayrıca bazal membranı epitelyal progenitör hücrelerin büyümesi ve çoğalması için ideal zemindir ve sahip olduğu birçok kimyasal mediatörlerin etkisiyle yara iyileşmesine katkı sağlar (42). Transformıng growth factor beta (TGFP) yara iyileşmesi ve fibroziste üç esas görev üstlenmektedir.
Ekstra sellüler matriks ve kollajen sentezini stimüle eder.
Matriks    degredasyonunu    proteaz    sentezini    azaltarak    ve    proteaz inhibitörlerinin sentezini arttırarak rölatif olarak azaltır.
Matriks komponenetlerinin hücresel adezyonunu kolaylaştırır.
    Yara yüzeyinden protein ve sıvı kaybını önler (44).
    Yapısında bulunan birçok büyüme faktörü ve bazı enzimler sayesinde yara iyileşmesini hızlandırır
    Fibroblastik aktiviteyi artırarak kollajen sentezine katkıda bulunur (46).
    Amniyon zarının stromal matriksindeki epitelyal hücreler, lipopolisakkaritleri transforme ederek yangı oluşumunda rol oynayan interleukin-1 ve P’yı deprese ederek antienflamatuar etki göstermektedir (47).
  Adhezyon oluşumunu azaltır (48).
  Antibakteriyel ve non-immünolojik etkiye sahip olmak, yine içerdiği progesteron ve diğer faktörler sayesinde Gram (+) mikroorganizmalara karşı bakteriostatik etki gösterir (49).
  Açık olan sinir uçlarını kapatarak ağrıyı azaltır.
  Non-allerjik ve non-immünolojik özelliği sayesinde greft atılımı söz konusu olmamaktadır.
  Fibrozis İnhibitörü: Yara iyileşmesinde fibroblastik aktivasyonundan sorumlu olan TGF-P sinyalinin azalmasını indüklediği gösterilmiştir. AZ stromal matriksi IL-1a, IL-1 ß, IL-2, IL-8,INF y, TNF, FGF, PDGF gibi enflamatuvar sitokinlerin salınımını baskılar; bu baskılanma sonucu skar oluşumu, neovaskülarizasyon ve fibrozisin önlenmesinde anahtar rol oynar.

İnsan Amniyon Zari Histolojik Yapisi

İnsan Amniyon Zarı Histolojik Yapısı
Miyadında hamilelikte fetal zarlar 2 ana tabakadan oluşmaktadır:
1.   Dışta koryon laeveye ait trofoblastik doku ve mezenşim yer alırken
2.   İç tarafta amniyon sıvısı ile temas eden 5 kattan oluşan amniyon zarı (AZ) yer alır.
İnsan amniyonu ilk olarak embriyo gelişiminin 7–8. günlerinde görülür ve fetal ektodermden köken alır. Histolojik olarak 0.02-0.05 mm. kalınlığındadır. Fetal zarların en iç tabakasıdır ve amniyotik sıvıyla temas halindedir. İnsan amniyon zarında düz kas hücreleri, sinir, lenf ve kan damarları yoktur (36).
Amniyon zarının beş farklı tabakası vardır:
1.   Amniyon Epitel Hücreleri: Embriyonik ektoderm tabakasından köken alır. Amniyon zarının en i ç tabakasını oluşturur ve tek tabaka halinde küboid epitel hücrelerinden meydana gelir. Epitel hücrelerinin apikal yüzeyi gelişmiş mikrovilluslarla doludur ve amniyon ile amniyotik sıvı arasındaki transferden sorumludur. Amniyon zarı, amniyotik sıvıyı taşıyan basit avasküler bir zar değil, taşıdığı su ve çözeltilerin transportunda aktif rol alarak amniyotik sıvının homeostazisini sağlayan, vazoaktif peptidler, büyüme faktörleri ve sitokinler üreten aktif bir dokudur (36,37).
2.  Bazal Membran Tabakası: Amnion epitelyum tabakasının hemidesmozomlaral sıkıca bağlı olduğu tabakadır (36,37).
3.   Kompakt Tabaka: Bazal membran tabakasının bağlı olduğu asellüler bir dokudur. Bu tabaka primer olarak interstisyel tip I, III ve V kollajenlerden meydana gelmiştir. Amniyotik zarı esnek olmakla beraber tüm fetal zarların gerilim gücünü sağlayacak kadar dayanıklıdır.
4.  Amniyon Mezenkim Hücreleri: Kompakt tabakanın dışında bir sıra halinde fibroblast benzeri mezenkimal hücreler yer alır, bu hücreler embriyonik diskin mezoderm tabakasından oluşur ve amniyonun major fonksiyonlarından sorumludur. Amniyonun kompakt tabakasını oluşturarak gerilim gücü sağlayan interstisyel kollajen sentezi, mezenkimal hücreler tarafından meydana getirilir. Bu hücrelerin yüksek oranlarda IL–6, IL-8 ve MCP-I (monosit kemoakraktan protein) sentezleme kapasitesi vardır. Sentezlenen bu sitokinler sayesinde amniyotik membran ve amniyotik sıvının bakteri enfeksiyonlarına karşı direnci oluşur (36).
5. Zona Spongiosa: Amniyonun en dış tabakası olup göreceli olarak asellülerdir ve koryon laeva ile komşuluk gösterir.

Cerrahi Sutur Cesitleri Nelerdir

Cerrahi Sütür Çeşitleri Nelerdir
1. Plain (düz) catgut:
Tüm dünyada geniş kullanım alanı bulmuş doğal bir sütürdür. Günümüzde sentetik absorbable maddelerin üretimiyle birlikte kullanımı azalmış olsa da, modern sütür materyallerinin sıklıkla karşılaştırıldığı bir standart olmaya devam etmektedir. Koyun ve keçi bağırsağının submukozasından elde edilir. Yapısının %97-98’ini kollajen oluşturur. 7 gün sonra direncinin %60’ını kaybeder. Sütür yapısının büyük bölümü kollajenden oluştuğu için, vücutta proteoliz yoluyla 70 Günde absorbe olur. Gerilim gücünü 7-10 gün korur. Bu sütür;
1) Minimal destek gerektiren hızlı iyileşen dokuların onarılmasında,
2) Süperfisyal kan damarlarının bağlanmasında,
3) Subkutan yağ dokunun sütürasyonunda kullanılır.
2. Kromik catgut:
Catgutün, kromik asitle muamele edilmesi gerilim gücünü arttırarak, absorbsiyonunu yavaşlatır. Krom catgut, plain catgut’de daha sert, daha güçlü, doku degradasyonuna daha dayanıklı bir materyaldir. Hem plain hem krom catgut’-ün manipülasyonu ve bağlanması zordur. Sık kullanılan sütürler içinde yara iyileşmesini bozacak derecede yüksek oranda doku reaksiyonuna neden olur. 90 günde tamamen absorbe olur. 14 gün sonra ki gerilim kuvveti ‘0’ dır.
3. Poliglikonat (maxon):
Maxon piyasadaki en yeni sentetik absorbable sütür materyalidir. Polytrimethylene karbonattan yapılmıştır. Monoflaman yapıdadır. 14 gün sonraki gerilim kuvveti %75’tir. Komplet absorbsiyonu 180-210 günde olur. Doku reaksiyonu minimaldir. Bu materyal, PDS ile benzer gerim gücü ve absorbsiyon profiline sahiptir. Manipülasyonu ise PDS’ den daha kolaydır (Rijiditesi %60 daha az).
4. Poliglikonik asit (dexon):
1971’de glikolik asitin sentetik homopolimeri olarak üretilmiştir. Bu sütür; biyolojik ve fiziksel olarak catgut’ten üstündür ve absorbable sütür materyallerinin gelişiminde önemli bir ilerlemedir. Multiflaman bir sütürdür. Vücutta hidrolizle yıkılır. Yıkılımı 50-70 günde tamamlanır. 15 gün içinde Dexon’ un orijinal gücünün %80’den fazlası kaybolur. 28 gün içinde, bu materyal orijinal gerim gücünün ancak %5’ini korur, 90-120 gün içinde tamamen çözülür. Dexon doğal kollajenden daha az doku reaksiyonu ve inflamasyona neden olur ancak multiflaman yapıda olduğundan yaraya bakteri geçişi daha kolaydır. Bu materiyali kullanmanın bazı avantajları; gerim gücünün yüksek, doku reaksiyonunun düşük olması ve önceden öngörülen belli bir süre içinde absorbe olmasıdır. 1977’de Dexon-S kullanıma girmiştir. Özellikleri ipeğe benzer. 3. kuşak poliglikolik asit sütürde Dexon Plus’tır. Yüzeyi polaxamer 188 ile kaplıdır. Bu madde yüzeyin kaymasını sağlayarak sütürün manipülasyonunu kolaylaştırmaktadır.
5. Poliglactin 910 (vicryl):
1974’te Vicryl glikolik ve laktik asitin sentetik kopolimeri olarak tanımlanmıştır. Polyglactin 910 denmesinin nedeni, glikolik asit/laktik asit oranının 90/10 olmasıdır. Multiflaman yapıdadır. Laktik asitin, su püskürtücü özelliği gerilim güç kaybını azaltmakta ve sütürün hızla absorbe olmasına yol açmaktadır. Hidroliz ile yıkılır. 56-70 günde tamamen absorbe olur ancak gerilim kuvvetini 28-35 günde kaybeder. Ciltte 7 günden çok kalırsa irritasyon yapar. Dikiş sonrası 14. günde gerilim kuvvetinin %60’ını korur. Vicryl genellikle yumuşak dokunun yaklaştırılmasında ve damar ligasyonunda kullanılır.
6.  Polidioxanone (PDS):
Paradiaxonone homopolimerinden yapılmış monoflaman yapıda bir sütürdür. İn vivo degradasyonu hidroliz ile olur. Dikiş sonrası 14.günde %70 gerilim kuvvetiini korur. 28. günde %50’ye iner. 180 günde tamemen absorbe olur. Ciltte 10 günden fazla kalırsa irritasyon yapar. Yara desteği 6 hafta boyunca devam eder. Monoflaman yapıda olduğundan mikroorganizmalara affinitesi vicryl ve Dexon’ dan düşüktür ancak daha serttir ve manipülasyonu daha güçtür (34).
7. Poliprolene (prolen):
Surgilen ve  prolen lineer hydrokarbon  polymer polypropylenden  elde  edilen nispeten yeni sentetik monoflaman sütürlerdir. Düğümü diğer monoflaman sentetik materyallerden daha iyi tutar. Prolen son derece düşük doku reaksiyonuna neden olur. Degradasyona uğramaz ve 2 yıl boyunca gerim gücünü korur. Genellikle yumuşak doku yaklaştırılmasında veya kapatılmasında ya da kardiyovasküler, oftalmik cerrahide kullanılan bir sütürdür (34). Polipropilen sütür dokuda sütürün kendi etrafında yavaş yavaş fibröz konnektif dokudan oluşan bir kapsül gelişimine neden olan minimal akut inflamatuar reaksiyona neden olur. Dokuda hemen hemen hiç reaksiyona uğramadığı için uzun süre yerinde bırakılabilir. Cilt ve intrakutan sütürlerde, fasya ve tendon tamirlerinde ve dokuda kalıcı tespit sütürü olarak en çok tercih edilen sütür materyalidir (35). Polipropilen sütür abzorbe olmaz ve bunun yanında degradasyona uğramaz veya doku enzimleri tarafından zayıflatılmaz. Bu sütür kullanıldığında görülebilecek olumsuz reaksiyonlar yara ayrılması, artmış bakteriyel infektivite, minimal akut inflamatuar doku reaksiyonu, ağrı, ödem ve yara alanında eritemdir.
8. Naylon: Nonabsorbable   olarak   sınıflandırılmasına   rağmen,   yılda   %15-20   oranında
hidrolizle absorbsiyona uğrar. Minimal doku reaksiyonuna neden olur ve zaman içinde bağ dokusuyla en kapsüle hale gelir. Monoflaman (Ethilon/Dermolon) ve siliconla muamele edilmiş multiflaman (Nurolon/Surgilon) formalarında bulunabilir. Monoflaman naylon nemlendirildiğinde kayganlığı artar ancak orijinalitesının nispeten yüksek olması nedeniyle düğüm güvenliği düşüktür. Gerim gücü 1. yılın sonunda %81, 2. yılın sonunda %72, 11. yılda %66’dır. Mulitflaman formunun manipüle edilebilme özelliği ipeğe benzer fakat ipekten daha güçlüdür ve ipeğe oranla daha az doku reaksiyonuna neden olur. Naylon kullanımının avantajları, düşük doku reaktivitesi, yeterli doku desteği sağlaması ve yüksek gerim gücüdür.
9. Poliamid (ethilon):
14 gün sonraki gerilim kuvveti %100 dür. Yılda %15-20 absorbe olur.
10. İpek (mersilk):
Yapısı protein lifleridir. Birçok cerrah tarafından üstün manipülasyon karakteristiğinden ötürü performans standardı olarak kabul edilir. 14 gün sonra gerilim kuvveti %100’dür. Nonabsorbable materyal olarak sınıflandırılmasına rağmen ipek proteolizle absorbe olur ve 2 yıl içinde yara yerinde saptanamaz hale gelir.
Gerim gücü absorbsiyonla azalarak 1 yıl içinde kaybolur. İpekle ilgili en büyük problem; bu materyalin tetiklediği akut inflamatuar reaksiyondur. Konak reaksiyonu fibröz bağ doku ile enkepsülasyona yol açar. Sarmal yapısı nedeniyle dokulara su çekme eğilimi olduğundan yara iyileşmesini geciktirir. Enfekte ve kontamine bölgelerde kullanımından kaçınılmalıdır. Kolay düğümlenme ve mükemmel manipülasyon özellikleri nedeniyle ipek, yıllarca en çok tercih edilen materyaller arasında yer almış ve diğer sütürlerin mukayese edildiği bir standart oluşturmuştur.
11. Polyethylene:
Dermalene polyetilenden yapılmış sentetik monoflaman bir sütürdür. Propilene benzer ancak düğüm güvenliği ve gerim gücü daha azdır.
12. Polyester (Mersilene/Dacron (Uncoated), Etibond/Ti-Cran (Coated)):
Polyethylene terephthalate polimeridir. Nylon gibi gundensasyon ve polimerizasyonla oluşur. Multiflamandır. Kaplamış veya kaplanmamış formlarda bulunabilir. Polibutilat (Ethibond veya silikonla (Ti-Cron) kaplanabilir. Kaplanma sürtünmeyi azaltarak dokulardan geçişi kolaylaştırır ve pliabiliteyi arttırır. Polyester sütürler doğal sütürlerden daha güçlüdür ve nemlendirmeyle zayıflamazlar. Prolen gibi gerim gücünü uzun süre korur. Damar anastomozunda ve protez yerleştirilmesinde sıklıkla kullanılır.
13. Polybutester (= Nuvofil):
Polyglycol terephthalate ve polytrimethylene terephthalatecopolimerinden yapılmıştır. Novofil hem prolen hem de polyesterin birçok avantajını içeren monoflaman bir sütürdür. Çok elastiktir ve sürtünme katsayısı çok düşüktür. Bu özellikleri nedeniyle yeterli doku yaklaştırılması sağladığından, yüzey kapatılmasında idealdir.
Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com