Ekosistem Nedir

Ekosistem Nedir ve Ekosistem Çeşitliliği

Bitki ve hayvan türlerinin bir arada bulunması doğal bir olaydır. Belli biyotoplardaki biyosönozlar (=Yaşama Birliği) yerkürenin yaşanır bölümünün gerçek yapısal bölümleri olarak EKOSÎSTEMLERİ oluşturur. Modern ekoloji için böyle ekosistemlerde madde ve enerji çevriminin olması gerekir. Bu çevrim söz konusu biyotopu belirler. Otokton ekosistem-ler kapalı çevrimleri gösterir ve çevrelerinden az veya çok miktarda bağımsızdır. Göller, bataklıklar, bakir ormanlar, resif ve mercan adacıkları buna örnek oluşturur. Oysa allokton ekosistemler madde ve enerji çevrimleri ile belirgin bir şekilde diğer ekosistemlere muhtaçtır; nehirler, derin göller, mağaralar ve toprak katmanları buna örnektir. Bazı ekosistemler ise sabit değildir (=instabil). Bunlar varoluş süreçlerinde, suksesyonlarla diğerlerine dönüşürler. Gölcüklerin karalaşarak bataklıklara dönüşmesi buna bir örnektir. Diğer bir kısmı sabit (=sta-bil) olup, suksesyonun son halkası yani KLİMAKSI meydana getirir. Örneğin ormanlar böyle oluşan ekosistemlerdir. (Ekosistem ppt)

Coğrafik Yaşama alanlarının Biyoekolojik olarak sınıflandırılması

Yerkürede yaşam olaylarının gerçekleştiği bölüme Biyosfer denir. Biyosferin kara kütlesi; yani atmosferin alt tabakasında bitkilerin kökleri ile toprağın (=pedosfer) iç kısımına girebil­diği tabakaya COĞRAFİ BİYOSFER denir. Yerkürenin 2/3'ünü kapsayan su sistemlerini içeren ve derin denizlerin dip kısımına kadar geçen bölümüne HİDROBİYOSFER denir. Bitki türleri yerkürede belli yapılar içinde, örneğin orman, mera, bataklık ve diğer bitki bir­liklerinden oluşur. Bunlara "FİTOSONOZ" denir. Fitosönoz karekteristik hayvan türleri ile birlikte bir Biyosönozü, bu da çevre etmenleri (iklim, toprak vd) ile EKOSİSTEMİ oluşturur. Coğrafik biyosferin ekolojik açıdan sınıflandırılmasında iklim, toprak, bitki örtüsü ve hayvan dünyası dikkate alınır. Buna göre I-IX ZONOBİYOM ayırt edilir (Tablo 506.1.). Zonobiyomlardaki bir vejetasyon tipi diğerini tamamlarsa, örneğin ormanların steplerce tamamlanması gibi, buralara EKOTON denir. Bütün zonobiyomlar geniş ZONOEKOTONLAR'ca birbirinden ayrılır. Zonobiyomlarda dağlık bölgeler özel iklim adalarını oluşturur. Bunlar, kendi ekolojik birimlerini; yani OROBİYOMLARI meydana getirir. Zonobiyomlarda sıradışı toprak özelliğine sahip bölümlere PEDOBİYOM denir. Örneğin kayalık toprağa, LİTOBİYOM, kumlu toprağa, PSAMMABİYOM, tuzlu toprağa HALOBİYOM, torflu toprağa HELOBİYOM, sulu toprağa HİDROBİYOM, nemi değişken toprağa AMFİBİYOM ve besin maddesince fakir toprağa PEİNİBİYOM adı verilir. (Coğrafya Ekosistem)

Büyük ekolojik birimlerin ana ünitelerine BİYOM veya ÖBİYOM denir. Bunlar belirgin bir yaşama alanı olup, coğrafik bir alanı ifade eder ve zonobiyom veya orobiyom ya da pedobiyoma aittirler. Örneğin Orta Avrupa yapraklı orman alanı VI nolu zonobiyomun öbiyomudur

Alpler'in kuzey eteği VI nolu orobiyomun bir öbiyomudur. Türkmenistan'daki Karakum kum çölü pedobiyomlar arasında psammobiyomun bir öbiyomudur. Öbiyomlar, ekolojik bi­rimlerdir; ama çok karışık yapılar oluşturur ve birçok ekolojik küçük alt birimlere ayrılırlar. En küçük ekolojik alt temel birim olarak BİYOJEOSÖN geçerlidir. Öbiyomun daha detaylı olarak sınıflandırılması için, temel olarak bitki örtüsü (vejetasyon) ele alınabilir. Çünkü yeşil bitkiler ekosistemde üretici olarak ana rolü üstlenir; bunlar madde döngüsü ve enerji akışını düzenler. Asosiyasyon bitki örtüsünü temel birimidir. Buna mekansal olarak hayvanların ve çevere etmenlerinin katılımı ile ekolojik temel birim, BİYOJEOSÖNOZ veya kısaca BİYOJEOSÖN denir. Ancak burası daha da küçük bölümler içerir. Bunlardan sinuzyenlere ekolojik olarak benzer davranan bitki türleri girer. Bir yapraklı orman biy-ojeosönünde aşağıdaki sinüzyenler vardır.

Ekolojik Biyoloji

Ekolojik Biyoloji

Evrimsel açıdan bakılırsa, hayvan ve bitkilerin yayılışında, sürekli bir değişim görülür. Bu daha çok çevre koşullarının değişimi ve canlıların uyumu ile ilgilidir. İklim gibi varoluş veya çevre koşulları, canlıların yayılmasını engeller. Bitki ve hayvanlar yerleştikleri alandan farklı şekillerde yararlanır. Varoluş etmenleri ve yayılış olanakları Dinamik Etmenlerdir. Bunlar türün yayılış sınırlarını birlikte belirler.

Dinamik Etmenler

Dinamik etmenler, canlıların yayılışını aktive edebildiği gibi, engelliyebilir de. Bitkiler hareket edemedikleri için bulundukları bölgeleri genişletemez; yani pasif canlılardır. Bunlar spor, tohum, meyva veya vejetatif bölümleri sayesinde yayılır. Hayvanlar ise ya pasif ya da bizzat kendileri hareket ederek yayılabilir.

Pasif (=AIIokor) Yayılma

Su, rüzgar, hayvanlar ve insan, pasif yayılıma etki eder. Buna uygun olarak "hidrokor, anemokor, zookor ve antropokor" yayılış tiplerinden söz edilir.

Su (=Hidrokor) İle Yayılış

Nil veya Kızılırmak gibi büyük su akıntıları, taşkın dönemlerinde, adaya benzer bir şekilde, bitki ve hayvanları önüne katıp, aşağı kısımlara sürükler. Tepelik ve dağlık bölgeler­den aşağıya doğru akan nehirler, önlerine gelen bitki tohumlarını aşağıya doğru götürür. Deniz akıntıları ise çeşitli tohum ve bitki gövdelerinde yaşayan bitki ve hayvanları, bir kıtadan diğerine taşıyarak yayabilir. Kıyıdaki bitki örtülerinin birbiri ile olan benzerlikleri, bu şekilde açıklanabilir. Pelajik (=açık deniz) organizmaları, suda taşınan ve kendi enerjilerini çoğu kez kullanmayan, deniz anası gibi organizmalar veya mercan gibi, uzun larva döneminde serbestçe hareket edebilen, ancak daha sonra sesil olan deniz dibi hayvanları, su akıntıları ile uzaklara taşınır.

Rüzgar (=Anemokor) İle Yayılış

Orkide ve eğreltilerin toz gibi olan ve yine uçabilen kanatlı tohum (akçaağaç tohumlan) veya meyvalan böcekler tarafından veya şiddetli rüzgarla uzun mesafelere taşınır. 1883 yılında volkanik patlama ile üzerinde hiç bir canlı varlık kalmayan Karakatan Adasına, üç yıl sonra komşu adalardan canlıların geldiği belirlenmiştir. Örneğin buraya üç yıl sonra gelen 26 bitki türünün %62'sinin rüzgarla ve %38'inin de sudaki süreklenme ile geldiği saptanmıştır. 1934 yılında adadaki bitki türü sayısının 271'e ulaştığı görülmüş, bunların %41 'i anemokor, %28'i hidrokor, %25'i zookor ve %6'sının antropokor olduğu belirlenmiştir. 1156 hayvan türünden sadece %7'si hava ile, diğerleri ise deniz suyu akıntısı ile taşınarak adaya gelmiştir.

Hayvan (=Zookor)İle Yayılış

Tohum veya meyvalar, hayvanlar tarafından yenerek veya taşınırken düşürülerek yayılır. Okseotu ardıç kuşu (Turdus viscivorus), ökseotu (Viscum albüm) meyvalarını yer; sindireme­diği tohumlarını pisliği ile dışarı atarak, onun yayılmasını sağlar. Hatta bazı göçmen kuşların, örneğin Afrika kaktüs cinsi Rhipsalis'in meyvalarını Güney Amerika'dan Afrika'ya taşıdığı düşünülür. Yine göçmen kuşların uçma teleklerine yapışan su bitkilerinin çok uzaklara taşındığı bilinir. Su biti "Daphnia"nin, yumurtaları da su kuşlarına yapışarak çok uzaklara taşınır. Parazitler de konukçuları sayesinde uzak yerlere götürülür. Eklembacaklılardan yalancı akrep, sinek, gemi yapışkanları (Echeidae), köpek balıkları ve taş balıklarına tutunarak, kendi­lerini taşıtır. Bu şekilde enerji kullanılmadan kendisini bir başka canlıya taşıtma işine "Forezi" denir.

İnsanla (=Antropokor) Taşınma

İnsanoğlu bu gün dünyanın her yanma gidebilir. Bu nedenle istediği canlıyı istediği bölge­ye taşıma olanağına sahiptir. Bilinçsiz taşımalar, tarihte görülmedik biyolojik felaketlere yol açmıştır. Geçen asır sonunda bir rahibin Amerika'ya birlikte götürdüğü 8 çift rahibe kelebeği (Lymantria monacha)nden dışarıya uçan iki çifti, bir zaman sonra yüksek üreme enerjisi nedeniyle Amerika ormanlarında o güne kadar görülmemiş boyutta zarara yol açmıştır. Bunun üzerine Avrupa'da bu zararlının doğal parazitleri de Amerika'ya götürülmüş ve böylece zararlının önüne geçilebilmiştir. Bazen istenmeden de olsa bu tip olaylar yaşanır. Ancak kültür bitki ve hayvanlarının taşınması belli bazı kurallar çerçevesinde mümkün olur. Yeni Zellanda ve Şili'deki otlaklarda, Avrupa bitki türlerinin olması ilginçtir. Zira buraya ilk gelen Avrupalılar zamanla bu bitkileri de birlikte getirmeye başlamışlar ve böylece yerli bitki form­larının tamamen ortadan kalkmasına yol açmışlardır. Hawai Adasına getirilen 53 yabancı kuş türü, buradaki yerli ve endemik olanlarla rekabete girerek onları yok etmiştir. Anadolu orman­larının en büyük düşmanı olan kılkeçisi, ormanın alt tabakasındaki genç bitkileri yiyerek ve toprağı çiğniyerek büyük zarar vermektedir. Bu nedenle zaman içerisinde keçi olan bölgelerde orman örtüsü yok olacaktır. Sonuç olarak erozyon ve ormansızlaşma görülecektir. Doğal yapı üzerinde tarifsiz bozulmalara neden olan kılkeçisi ile mücadele etmek gerekir. Köylüye bir keçiye üç koyun verme uygulamasına tekrar geçilmelidir.

Aktif (=Otokor) Yayılma
Bu durum, bitkilerde şebnem otu (=Impatiens) örneğinde olduğu gibi, çok kısa mesafeler için söz konusudur. Bitkiler tohumlarını aktif olarak uzak mesafelere bizzat yayamaz. Uzak mesafelere yayılış, daha çok başta uçabilenler olmak üzere, hayvanlara özgüdür. Koşucu böcek {Calathus mollis)'m uçabilen ve uçamıyan formları vardır. Uçabilen formları geniş bir yayılıma sahip oldukları halde, uçamıyan formları ancak dar bir bölgede sıkışıp kalmışlardır. Türk'lerin 1683 yılında Viyana kuşatmasında birlikte götürdükleri kumru (=Türk güvercini) (Streptopelia decaocta), o tarihte Avrupa'da hiç bulunmazken, bu gün İzlanda Adasına kadar yayılmıştır.

Canlıların Yayılışına etki yapan nedenler

Organizmaların yayılışına etki yapan yaşamsal etmenler abiyotik, biyotik ve edafik
(=toprak) olmak üzere ayrılır. Sıcaklık, nisbi nem, ışık, rüzgar, su akıntısı, oksijen miktarı, tuz oranı, kalsiyum miktarı (tatlı sularda) ve diğer bazı abiyotik etmenler canlıların yayılışını sınırlar. Özellikle sıcaklık canlıların yayılışında en önemli etmendir. Vücut sıcaklığı değişmeyen (=homoiotermal) canlılarda, yaşama alanının sıcaklığına olan bağımlılık, bazı kurallarla ifade edilir:

a- Bergmann Kuralı (=Büyüklük Kuramı); soğuk bölgelerde yaşayan homoiotermal canlıların vücudu, sıcak bölgelerde yaşayan akraba türlere göre daha iridir. Sibirya kahve ayısı, kızıl geyik ve yaban domuzu, Anadolu'da yaşayan akraba türlere göre iki misli daha büyük­tür. Avustralya'ya götürülen tilkiler, zamanla İngiltere'deki ata formlarının yarı büyüklüğüne inmişlerdir
b- Aile Kuramı; soğuk bölgelerde yaşayan homoiotermal canlıların kulak, kuyruk ve uzuvlar gibi vücut uzantıları, sıcak bölgelerde yaşayan akraba homoiotermal türlere göre daha kütleşmiştir. Böylece vücut sıcaklığının sivri kısımlar vasıtası ile kaybı önlenmiştir. Tilki, vaşak ve yaban kedileri buna örnektir.
c- Gloger Kuramı; nemli sıcak bölgelerdeki homoiotermal türlerden bazıları, güneş ışınından korunmak için yüksek oranda pigmentasyona (=rengin koyulaşması) uğrar. Bunların rengi, soğuk ve kurak bölgedeki akraba türlere göre, daha koyudur. Kurt, tilki ve tavşanlar bu kurama örnektir.
d- Hesse Kuramı (=Kalp ağırlığı); çevrenin düşük sıcaklığı nedeniyle, daha fazla vücut sıcaklığı üretme zorunda olan soğuk bölge homoiotermal hayvan türlerinin, kalp hacım ve büyüklüğü, sıcak bölgedeki akraba türlere göre daha fazladır.

Buzul Cagi Nedir

Buzul Çağı Nedir

Avrupa'da tropik bir iklimin hüküm sürdüğü pleistosen başında, yavaş yavaş iklimdeki kötüleşmelerle birlikte, ılıman iklime doğru kayılmıştır. Pleistosenin ilk 400 000 yıllık döne­minde, iklim daha da kötüleşerek ilk buzul çağına gelinmiştir. Bu ilk buzul çağı 600 000 yıl önce başlamış ve ilk sıcak dönemle; yani 540 000 yıl önce sona ermiştir. Sonuncu; yani dördüncü buzul çağı, milattan 8000 yıl önce sona ermiş ve bunu buzul çağı sonrası (=post-glasiyal) dönem izlemiştir
Bu buzul çağları sırasında, buzul zonları kutup ve büyük dağlardan başlayarak genişlemişlerdir. Bunun genel sonuçları iklim kuşaklarının kaymasını doğurmuştur. (son buzul çağı)

Ilıman ve tropik iklim zonlarında (Pluviyal Dönem) rutu­betin artması; kurak bölgelerin (Eremiyal) parçalanıp küçülmesi şeklinde olmuştur. Aynı zamanda buzul zonları boyunca, geniş arktik step (Tundra)leri oluşmuştur. Bu gelişmeler canlılar açısından çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Sıcak seven formlar refujiyal zonlara sıkıştırılmışlar, bunun sonucunda da yaşama alanları daralarak tür ve birey sayısında azalma olmuştur. Soğuk zonların genişlemesi, arktik formların bir araya gelmesine yol açmıştır. Örneğin kar kavukları, kar kazları, kutup ayısı, kutup tilkisi, ren geyiği ve moşus öküzleri bu şekilde ortaya çıkmıştır. Sucul alanlarda oluşan değişim daha da kuvvetli olmuştur. Büyük göl sistemlerinin, örneğin Anadolu Göller Bölgesi gibi birçok gölün birbiri ile bağlantılı olduğu sistemlerde, faunalar arasında önemli değiştokuş olmasına yol açan tatlısu yüzeyleri yükseldiği halde, deniz yüzeyi suyun bağlandığı buz kütle (aysberg)leri nedeniyle, 200 m'ye kadar derine inmiştir. Bunun sonucunda kıyı şeridinin kuruması ile kıyıya yakın adalar birbiri veya kara ile birleşmiş ve böylece canlı formlarının değiştokuşu gerçekleşmiştir. Örneğin Büyük Britanya Adası Avrupa ile Seylan, Formoza ve Büyük Sunda Adaları ve Japon Adalarının bir bölümü Asya ile bağlı idiler. Asya ve Kuzey Amerika arasında, Bering Boğazı yeniden ortaya çıkmış ve Bizon ile insanoğlunun Kuzey Amerika'ya geçişi gerçekleşmiştir. Doğu Gölü ve Baltık Göllerinin faunistik özellikleri ile değişken tarihi de, ancak glasiyal (buzul) su yüzeyi değişmelerinin ışığı altında anlaşılmaktadır. Leningrad yakmmnda Ladoga Gölündeki halkalı deniz aslanı (Pusa hispida)nm bulunuşu da, bu şekilde açıklanabilir.

Sıcak dönemler ve Buzul Çağı Sonraki Dönem

Arabuzul dönemleri (=interglasiyal), bir başka ifade ile sıcak dönemlerde, klimatik ve zoocoğrafik ilişkiler karşılıklı olarak gelişmiş ve günümüze kadar süren postglasiyal dönem­ler için tipik olan özellikler ortaya çıkmıştır. Son buzul çağının da sona ermesi ile birlikte, günümüzün biyocoğrafik görünümü devreye girmiştir. Geç buzul döneminde başlayan iklim­sel düzelmeler, devamlı olmamış, ara sıra görülen kötüleşmelerle kesintiye uğramıştır. Geç buzul çağı iklim düzelmesi, polen analizlerine göre, milattan önce 9000 yılına kadar sürmüş ve güneyde çam, kuzeyde huş ağaçlarının ani bir şekilde yaygınlaşması ile karekterize edil­miştir. Bunu izleyen iklim kötüleşmelerinde, ormanların önemli bir kısmının yerini tundralar almıştır. Milattan önce 6000-3000 yıllarında, iklimde çok iyi düzelmeler görülmüştür. Avrupa'daki ortalama sıcaklık bugünküne göre 2-5 °C daha fazladır. Fındık gibi çalı görünüm­lü bitkiler ve meşe karışık ormanları Avrupa'da çok yaygınlaşmıştır. Milattan 3000 yıl öncesinden, günümüze kadarki dönemde hafif bir soğuma eğilimi belirmiş, Orta Avrupa'da karışık meşe ormanlarının yerini göknar ve kayın ormanları almıştır.

Günümüz dönemi ve küçük buzul çağı

Günümüzün biyografik durumu, pleistosen buzullarının azalıp çoğalması ve medeniyeti yaygınlaştıran insanoğlunun baskın etkisi ile karekterize edilir. Bu etki böl­gelerin nitel ve nicel değişimlerinde kendini gösterir. Aşın avlanma ve kimyasalların yoğun kullanımı sonucunda birçok canlı türünün soyu tükenmiş veya bunların yaşadıkları doğal alanlar daralmıştır. Hatta son iki asırlık dönemde soyu tükenen canlı türlerinin sayısı, binlerle ifade edilir olmuştur. Özellikle aşırı ve bilinçsiz alan kullanımı, doğal alanların yapılarını bozmuş ve buralarda yaşıyan omurgalı hayvan populasyon-larını olumsuz yönde etkilemiştir. Bu bağlamda son dönemlerde birçok kuş ve memeli türü ortadan kalkmıştır

Özellikle orman yangınlarını; erozyon; stepleşme; atmosferde oksijen açığının ve ozon deliğinin artması ve biyolojik açıdan zengin alanların yok edilmesi, dünyanın, dolayısı ile insanoğlunun sonunu hazırlamaktadır. İki milyar yılda dahi görülmeyen bozulma ve olumsuz değişmeler, doğada son iki asra sığdınlmıştır. Bunun durdurul­masında hepimize önemli görevler düşmektedir.

İzolasyon Olayi

İzolasyon Olayı

İzole flora ve fauna elemanları, özel farklılaşma eğilimi gösterir. Bunların bu durumları, izolasyon süresinin fazlalığı ile dikkati çeker. Yani, komşu fauna ve floranın etkisi ne kadar uzun bir süre görülmezse ve engeller ne kadar fazla etkinse, izolasyona uğrayan canlılar, bir­birinden daha fazla ayrılır. Bu görüş açısından hareket edilirse, Madagaskar veya Yeni Zellanda, hatta Güney Amerika ve Avustralya gibi büyük kıtaların fauna ve florasındaki farkılılığın nedeni daha iyi anlaşılır.

Madagaskar Adası

Madagaskar, Afrika'dan ayrıldığından bu yana, çok farklı bir flora ve kendine özgü bir hayvan dünyası geliştirmiştir. Madagaskar Adası'ndaki canlıların, yaklaşık %85'i endemiktir. Örneğin kaktüs benzeri Didieraceae familyası elemanları Madagaskar'dan başka hiç bir alan­da görülmez. Dikenli kirpiler (Tenrecidae), yarı maymunların üç familyası (Lemuridae, Indridae ve Daubentoniidae), diskli yarasalar (Myzopodidae), Cryptoprotinae alt familyası örnekleri hayvan grupları olarak, sadece Madagaskar Adasına özgüdür. Dikenli kirpi ve yarı maymunlar, çok değişik formlara sahip olmalarına rağmen, Afrika'da bulunan, örneğin kedi­giller (Felidae), çift toynaklılar (Artiodactyla), tek toynaklılar (Perissodactyla) ve filler (Proboscidae) gibi canlı grupları, burada bulunmaz. Yine soyu tükenen Madagaskar deve kuşları (Aepyornithes) ile uzunbacak yelveler (Mesoenatidae), loplu pittalar (Philepittidae) ve mavi çekirge kuşları (Varngidae) Madagaskar'daki endemik kuş gruplarına örnek olarak veri­lebilir. Burada yaşıyan canlıların, Afrika'dan etkilenmeden kendine özgü bir yapı oluştur­malarının, adanın izolasyonu ile yakın ilişkisi vardır.

Yeni Zelanda

Yeni Zellanda, Avustralya'dan oldukça uzun bir süre önce uzaklaşarak ayrılmıştır. Bitki
türleri açısından eğreltiler ve orkideler de dahil olmak üzere, hiç bir ilişkileri yoktur. Avustralya okaliptüsleri ve akasyalarına burada rastlanmaz. Canlı türlerinin %80'i endemiktir. Bir yandan kaplumbağa, yılan, uzun gagalı yumurtlayan memeli (Kloaklılar) ve keseli hay­vanlar gibi Avustralya, faunası elemanlarına burada rastlanmazken, diğer yandan buranın birçok endemik hayvan türü, örneğin ilkin kurbağalar (Leiopelma), Sphenodon ve Kivviler (Apteryges) ile soyu tükenmiş olan Yeni Zellanda deve kuşu (Dinornithidae), baykuş papağanı

Kara Bağlantılarının Önemi

Günümüz bitki ve hayvan türlerinin yayılışı ile ilgili olarak kara bağlantıları,izolasyon engelleri gibi önemli rol oynar. Örneğin Amerika, Afrika, Hindistan ve Doğu Asya'da yaşayan timsahlar (Crocodylia)ın yayılış alanları, onların ilk dönemin başında birbirine bağlı olduğunu kanıtlar.

GÜNEY VE KUZEY AMERİKA KITASI

İki milyon yıldan beri Güney Amerika'nın izolasyonuna neden olan Panama Kanalı, yeni ortaya çıkan kara bağlantılarının, otokton bitki ve hayvan familyaları için, nasıl önemli olduğunun güzel bir kanıtıdır. Bu Orta Amerika Köprüsü kanalı ile çok yoğun bir bitki ve hay­van türü değişimi olmuştur. Neotropik Güney Amerika flora elemanları, Meksika'yı geçerek daha kuzeye ulaştığı halde, Kuzey Amerika'nın çok az Holarktik elemanının ancak Güney Amerika'ya ulaşabildiği görülmektedir. Bu değiştokuş memeli hayvanlarda daha da iyice izlenir. Modern plasentalı memeli hayvanlar, Güney Amerika'ya göçerek yerli faunanın önem­li bir bölümünü yoketmiştir. Neotropik formların az bir kısmı da karşıt olarak kuzeye göçmüştür; Oppossum (Didelphis marsupialis), dokuzçizgili kemerli hayvan (Dasypus novemcinctus) ve Ağaçdelen (Erethizon dorsatum) bunlardan bazılarıdır. Bu kara bağlantısı tüm türlerin geçebildiği bir köprü olmadığından, buna "FİLTRE KÖPRÜ'" adı verilir. Panama Köprüsü deniz canlıları için bir engeldir. Günümüzde Atlantik ve Büyük Okyanusun kıyı zonundaki Mangrovlar, gerçi birbirinden tamamen ayrılmıştır; ama hala birbirine benzerdir. Litoral fauna birbiri ile yakın akrabadır. En azından iki milyon yıllık ayrılma sonucunda ikiz türler ve kısmen çeşitli cinsler (özellikle balıklar) gelişmiştir.

KUZEY AMERİKA VE DOĞU ASYA

Kuzey Amerika ve Doğu Asya'yı birbirine bağlayan Bering Boğazının, bitkiler için önemi fazla değildir. En fazla arktik elemanların değiştokuşunda bir rolü olmuş olabilir. Bu gün Kuzey Amerika ve Doğu Asya florasının, Avrupa'ya göre daha fazla ortak özelliklere sahip olmasında, buzul çağında Avrupa florasının yok olmasının rolü vardır. Oysa Bering Boğazı hayvanların değiştokuşu için çok önemlidir. Boğazın her iki yanındaki fosil bulguları, son 60 milyon yılda dört zamanın oluştuğunu gösterir. Bu dönemlerde her iki kıtanın memeli fau­nasının birbirine çok benzediği ortaya çıkmıştır. Bunun da karasal bir bağlantının varlığından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

AFRİKA VE HİNDİSTAN

Üçüncü önemli kara köprüsü, geniş olup, orta miyosenden beri var olan; Hindistan ve Afrika arasındaki, Önasya'ya kadar uzanan bir kara bağlantısıdır. Burada Afrika'ya doğru günümüzün uçsuz bucaksız savanlarına yayılmış zürefa, manda, çeşitli antilop cinsleri, zebralar, büyük yırtıcılar ve deve kuşlarının geliştiği doğu kökenli birçok hayvan türü akışı olmuştur. Bu hayvanlar Hindistan'da Kuzey Hindistan'ın pliosen sivvalik faunasının bize gös­terdiği gibi, önceleri var olup, sonradan ortadan kalkmışlardır. Bitkiler açısından böyle bir bağıntı yoktur. Bu kara köprülerinin kullanıldığına özgü at benzeri, tapir ve fillerin akrabalığı ile ilgili tersiyer dönemindeki fosil bulguları elimizde vardır

PLEİSTOSENİN BİYOCOĞRAFYASI

Pleistosen sırasında buzul çağları (Glasiyal)ndan, sıcak dönem (İnter-
glasiyal)lere geçiş ve buna bağlı iklim sapmaları, geniş alan kaymalarına neden olmuştur. Zaman olarak çok gerilerde olmayan bu olaylar kanıtlanabilir ve çok iyi bir şekilde izlenebilir.

Biyocografya Tarihi

Biyocoğrafya Tarihi

Günümüz bitki ve hayvanlarının yayılışı, canlı varlıkları iki milyar yıldan daha fazla bir süreçten geçen evriminin sonucu olarak karşımıza çıkar. Burada çeşitli ekolojik etmenlerin yol açtığı değişimlerin önemli rolü vardır.

Kıtaların Kaymasının Etkisi

Çeşitli rejyon ve bölgelerdeki karaların biyocoğrafik olarak sınıflandırılması, jeolog ve jeofizikçilerin paleomanyetik ölçümleri ve derin deniz tabanından alınan sondaj sonuçları, kıtaların kaydığına özgü bilgileri daha da güçlendirmektedir. 225 milyon yıl önce; yani permin sonuna doğru, yeryüzünün kara kütleleri "PANGEA" adı verilen bir kompleksde, bir arada bulunuyordu

Triasa doğru, büyük kıtanın güneye ve kuzeye doğru ayrılması ile "GONDWANA", ve "LAURASIA" adlı kısımlar ortaya çıkmıştır. Bu iki kara kütlesi arasında, içinde Anadolu'nun da yer aldığı "TETİS DENİZİ" vardır Mezozoik dönemde, güney kıtasının bölümleri birbirinden uzaklaşarak oluşmuş; Güney Amerika kuzeybatı, Afrika kuzey yönünde; Hindistan ve Avustralya kuzey doğu yönünde kaymıştır. Kuzey yarımkürede Kuzey Amerika ve Avrasya ayrılmış, tersiyer sırasında Hindistan Avrasya ile birleşmiştir. Afrika da aynı şekilde Avrasya ile temas etmiştir. Tersiyer sonuna doğru Güney Amerika'nın Kuzey Amerika ile olan kara bağlantısı oluşmuştur

Kıtaların Büyük miktarda Birbirinden Ayrılması

Kıtaların kayması ve kutuplar göçünün başlaması ile günümüz kara kütlelerinin oluşumu gerçekleşmiştir. Örneğin Güney Amerika ve yeni Zellanda'da güney kayınının (Nothofagus) ortaya çıkışı, Protaeceae ve Restionaceae familyalarının bir yandan Güney Afrika ve diğer taraftan Avustralya'da veya koşucu böcek familyası Migadopidae'nin Güney Amerika'nın güneyinde ve Avustralya, Tasmanya, Yeni Zellanda ve Auckland Adalarında birçok toprak solucanı cinsinin güneydeki kıtaların güney bölgelerinde izlenmesi gibi konular, karaların bir­birinden çok büyük uzaklıklara ayrılması sonucuna bağlanabilir. Diğer yandan, bu güne kadar tam ve bilimsel anlamda bir açıklaması yapılamıyan, bazı hayvanların gösterdiği göç davranışı, karaların birbirinden bu şekilde ayrılması ile açıklanabilir. Örneğin deniz kaplum­bağası {Chelonia mydas) populasyonunun, yumurta bırakmak için Brezilya'nın kuzey kıyısı yakınındaki adalardan kalkarak, 2000 km uzaktaki Ascension (Atlantik Okyanusunda) Adalarına ya da Anadolu'nun güneyindeki Kaunos'a yakın İstuzu Bölgesi kıyı şeridine gelmeleri, son derece ilginçtir. Bu çok yorucu uzun mesafe göçü, Afrika, Güney Amerika ve Akdeniz'in önceleri birbirine çok daha yakın olduğunu kanıtlar. Bu bölgelerin, birbirinden her seferinde daha fazla uzaklaşması nedeniyle, günümüz deniz kaplumbağaları bu bölgelere ulaşmak için, daha fazla mesafe katetmek zorunda kalmıştır

Denizlerin Siniflandirilmasi ve Cesitleri

Denizlerin Sınıflandırılması

Deniz organizmaları denince, daha çok hayvanlar akla gçlir. Zira bitkiler, ancak ışığın girebildiği derinlik olan 200 m'ye kadar izlenir. Bu bölgeye öpelejiyal denir. Burası, 1370 mil­yar km3 olarak tahmin edilen deniz bölgesinin çok az bir bölümüne denk düşer. Derin deniz (=BatipeIajiyal) bölümünde sadece plankton yiyiciler ve yırtıcılardan oluşan tüketiciler (=konsument) yaşar. Deniz tabanı, Bental yaşama alanım oluşturur. Buradaki canlılara Bentoz denir. Bunlara örnek olarak sığ denizde fitoplanktonlar dışında (algler ve tangeler) sünger, sölenterler, deniz tüyleri, boru kurtlar ve deniz yıldızları gibi sesil (=duragan; bir yere bağlı); istiridye, midye, salyangoz, halkalı solucan ve derisi dikenliler gibi hareketli hayvanlar (=mobil) verilir. Denizin kıyı (=litoral), açık deniz (=pelejiyal) ve derin deniz (=abbissal) adı verilen üç bölümü vardır. Litoral kıyıların sığ kesimini oluşturur. Buradaki hayvan ve bitki tür­leri, kıyı şeridine sıkıca bağlıdır ve kıta karası ile karşılaştırılabilir. Bu nedenle biyocoğrafik bir sınıflandırma söz konusudur. Oysa pelejiyal ve abissalde uzun bir engel oluşmadığı için böyle bir durum yoktur. Litoralın tüm bitkileri Bentoza aittir. Yani bunlar kayalık alt kısma yapışık olarak bulunur ve çoğu mavi, yeşil veya kırmızı alglerden oluşur. Denize ait sadece 47 çiçekli bitki türü vardır. Bu bağlamda özellikle tropik deniz kıyılarının med-cezir zonundaki ağaçların oluşturduğu ormanlar, yani Tropik Mangrovlar dikkati çeker. Bunlar Sonneratia, Rhizophora, Avicennia grubunun ağaç türleri olup, hava ve destek kökleri ile yere tutunur ve su baskınlarında, bu ağaçların sadece tepe kısımları izlenebilir. Buradaki hayvanlar, bu böl­genin özel durumuna uymuştur. Bunlardan zaman zaman karada yaşayan çamur zıplayıcıları (Periophthalmus cinsi balıklar) ve işaretli yengeçler (Uca) dikkati çeker.

Zoocoğrafyacılar, litoral faunayı 17 ana bölüme ayırır. Bunlar tropik, boreal ve antibo-real gruplarda toplanır. Serbest su zonu olan pelejiyalde organizmanın yayılışı tarihi etmen­lerden daha çok, ekolojik faktörlere bağlıdır. Pelejiyalda serbestçe yüzen organizmalar, dip kısım ile olan tüm ilişkilerini kaybetmiştir. Bunlar serbestçe yüzebilmek için genelde belli bazı uyumlar kazanmıştır. Bu canlıların aktif olarak hareket edemiyenlerine PLANKTON; balıklar gibi, aktif olanlarına ise NEKTON adı verilir. Pelajiyalde özellikle ışıktan yararlanabilen Diatomeae, Peridinales ve Coccolithophorales gibi alg grupları yaygındır.

Okyanusların yıllık bağıl karbon üretimi 3.75 x 1010 tondur. Bu miktarın sadece 1/10 000'i balık etine dönüşür ve insanın kullanımına hazır olur. Abissal; yani ışığın giremediği bölüm­den tabana kadar olan kısım, yerkürenin en az araştırılmış bölümüdür. Güneş ışınlarının aşağıya giremeyişinden ötürü, fotosentez gerçekleşmez ve böylece besin üretimi son derece azdır. Burada sıcaklık, nisbeten aynı düzeyde kalır ve derinlere gidildikçe suyun basıncı artar. Hint Okyanusu'ndaki Copepoda türlerinin yaklaşık %74-91 'ine Atlas Okyanusu'nda da rast­lanır.

Derin deniz araştırmalarına 100 yıl önce başlanmış ise de, gerçek anlamda bilimsel çalışmalar ancak 40 yıllıktır. Özellikle Kaptan Cousteau ve ekibinin Kalipso adlı gemiyle yürüttüğü çalışmalar, bilinmiyen derin deniz faunasını az da olsa gün ışığına çıkarmıştır. Bu bölge teknojik olanakların gelişmesi ile daha detaylı incelenecektir. Her şeye rağmen burasının faunası ile ilgili eldeki veriler çok yetersizdir.

Karasal Alanlar

Karasal Alanların Sınıflandırılması

Karasal bölgeler barındırdıkları bazı karekteristik bitki ve hayvan türleri ile dikkati çeker. Bu şekilde diğer bölgelerden kolayca ayırt edilir. Bunlar bitki açısından zengin FİTOCOĞRAFİK ve hayvan açısından dikkati çeken ve zengin olan ZOOCOĞRAFİK zon-lardır. Bu zonların oluşumunu inceleme görevi de BİYOCOĞRAFYA'ya verilmiştir. Kıtaların günümüzdeki yerleşim ve dağılımı daha 70 milyon yıl önce TERSIYER'de başlamıştır Zoocoğrafik zonlamada esas ölçüt, o bölgede bulunan türlerin en az % 50'sinin endemik olmasıdır. Yerküre barındırdığı bitki ve hayvan varlığı dikkate alınarak birçok biyocoğrafık bölge veya rejyonlara ayrılır.

Holarktik Bölge (=Rejyon)

Holarktik, Büyük Sahra'nın kuzey kısmı da dahil, tüm kuzey yarımkürenin tropik olmayan kısmını kapsar Tersiyerde Kuzey ve Güney Amerika arasında bir kara bağlantısının olmayışına karşın, Kuzey Amerika ile Avrasya arasındaki Bering Boğazının varoluşunu iyi irdelemek gerekir. Bu bölgede söğüt ve kavak (Salicaceae) karekteristik bitki­lerdir. Ayrıca diğer yapraklılardan Huşgiller (Betulaceae) ve Kayıngiller (Fagaceae) çok yaygındır. Yine Ranunculaceae, Brassicaeae, Apicaceae, Primulaceae, Campanulaceae'ye ait bitki türleri de bu bölgeyi karekterize eder. Doğu Asya, tür zenginliği açısından fitocoğraf-yacılar için ilginçtir ve bu rejyonun diğer bölümlerine göre, daha çok dikkati çfker. Sayılan birçok ortak özelliğe karşıtv, zoocoğrafyacılar için Kuzey Amerika'nın, Nearktik ve Avrasyanın Palearktik faunas'ı arasındaki farklar gözardı edilmemelidir. Bu farklar bir yandan bazı alt bölgelerde endemik olan hayvan gruplarında; örneğin çatal boynuzlu keçiler (Antilocaprinae) ve keseli sıçanlar (Geomyidae)da. Nearktik için, diskli hayvanlar (Discoglossidaej, Moschinae ve Saiga antilopları (Saiginae)nda Palearktik rejyon için geçer­lidir. Palearktik rejiyonda onu sınırlayan Oryantal rejiyonun etkisi görülür. Örneğin sarı asma (Oriolus oriolus) ve panter (Panthera tigris) de Nearktiğin, kolibri (Trochilidae), keseli sıçanlar (Didelphidae) ve kemerli hayvanlar (Dasypodidae)da ise Neotropik rejyonun etkisi hakimdir.

Holarktiğin barındırdığı bazı hayvan gruplarına örnek olarak.dev semenderler (Cryptobranchidae), semenderler (Salamandridae), dalgıç kuşları (Gavidae), Alk kuşları (Alkidae), Ürkeklikler (Tetraonidae), ıslıkçı tavşanlar (Octhotonidae), kunduzlar (Castoridae), köstebekler (Microtinae) verilebilir. Tipik tür olarak da kutup tilkisi (Alopex lagopus) ve kutup ayısı (Thalarctos maritimus) sayılabilir.

Paleotropik Bölge

Bitki alemi olarak paleotropik rejyon, Afrika, Hint-Malezya alt bölgesi ile eski dünyanın sadece tropik bölgeleri ve Polenezya Adalarına kadar olan kısımdaki elemanları içerir. Bunlara örnek olarak Cycadaceae, Pandanaceae, Zingiberaceae, Musaceae, Moraceae (Ficus'un 1000'den fazla türü vardır), Dipterocarpaceae, Euphorbiaceae ve palmiye cinsleri verilebilir. Etiyopya ve Oryental zoocoğrafik alt rejyonlarını içeren Paleotropik rejyon (Polinezya Adaları hariç) zoolojik açıdan, Oryental ve Etiyopya rejyonlarının yoğun faunistik etkileşimlerine bağlı olarak, çok sayıda ortak hayvan grubu ile temsil edilir.

Etiyopya rejyonunda, Güney Afrika'nın güney batı ucunu içine alan ve barındırdığı bitki türleri açısından çok zengin ve özel bir yapıda olan bölüm vardır. Buna "CAPENSİS BÖLGESİ" denir. Burada beş büyük bitki familyasına özgü çok çeşitli tür vardır. Örneğin
Proteaceae ve Restionaceae familyalarının türleri ile, 600 Erica türü ve 230 Palergonium türü endemiktir.

Etiyopyanın alt rejyonu olarak kabul edilen Madagaskar Adasında, adaya özgü çok sayıda bitki ve hayvan türü yaşar. Afrika Kıtasının canlı örneklerinin burada bulun­maması çok ilginçtir.

Oryental bölge Hindistan, Güney Çin, Sunda Adaları ve Filipinleri kapsar. İrikafa kaplumbağalar (Platysternidae), kelebek sülünleri (Argusianus), mavi kuşlar (Irenidae), sivri boynuzlular (Tupaiidae), kobald makileri (Tarsiidae) ve gibbonlar (Hylobatidae) örnekleri bu bölgeye özgüdür. Oryental bölgenin doğusunda zoocoğrafy-acılar için ilginç olan ve Avustralya'ya doğru uzanan bir geçit bölgesi yer alır. Buranın faunası, batıdan doğuya doğru azal­mak üzere oryental, doğudan da batıya doğru artan bir şekilde Avustralya-Papua hayvan formlarını içerir. Bu bölge batıda "WAL-LACE HATTI" ile Avustralya elemanlarının en dış yayılış sınırı olarak, doğuda da "LYD-DEKKER HATTI" ile oryental elemanlarının en dış yayılış sınırı ile sınırlanır ve "WAL-LACEA" adını alır

Etiyopya ve Oryentaldeki ortak hayvan gruplarına örnek olarak bıçak balıkları (Notopteridae), bukalemunlar (Chamaeleontidae), gergedan kuşları (Bucerotidae), arap bülbülleri (Pycnonotidae), nektar kuşları (Nectariniidae), deniz kedileri (Ceropithecidae), pullu hayvanlar (Pholidota), sırtlanlar (Hyaenidae), filler (Proboscidae) ve gergedanlar (Rhinocerotidae)ı verebiliriz.

Neotropik Bölge (=Rejyonu) (=Neogea)

Buranın en tipik bitki familyalarına Cactacea, Marantaceae, Bromeliaceae, Melastomaceae, Cannaceae elemanları örnek olarak verilebilir. Zoocoğrafik olarak Neotropik rejyonu, Orta ve Güney Amerika'yı kapsar. Nearktike doğru geniş bir geçit bölgesi olan "SONOREA" burada bulunur. Bu rejyonun tersiyer süresince izo­lasyonu, günümüzdeki yapıyı yansıtan birçok büyük grubun evrimine yol açmıştır. Bunlardan keseli hayvanlar (Marsupialia), kavrar kuyruklu maymunlar (Cebidae), tırnaklı maymunlar (Callithricidae) ve kobaylar (Cebidae), bazı Notungulata ve Litopterna gibi özel toynaklı grup­ları bu rejyonun tipik hayvanlarıdır. Ancak 2-3 milyon yıl önce, Nearktikle yeni oluşan bir kara bağlantısı ile yırtıcı hayvanlar (Carnivora) ve çift toynaklılar (Artiodactyla) buraya gelerek, yerli faunayla rekabete girmiş ve bunları kısmen ortadan kaldırmışlardır.

Güney Amerika, bilinen birçok kuş türüne sahip olduğu gibi, çok sayıda endemik kuş gruplarını da barındırır. Bunlara nandular (Rheae), kürli su kuşları (Crypturi), güçlü kuşlar (Anhimidae), tepeli tavuklar (Cracidae), göçmen tavuklar (Opistocomidae), serimaslar (Ceriamidae), Güney Amerika hindisi (Psophiidae), tukanlar (Rhamphastidae), tembel kuşlar (Bucconidae), çömlek kuşları (Furnariidae), ziynet kuşları (Cotingidae) ve gaddar kuşlar (Tyranidae) örnektir. Bunlara titrek yılan balıkları (Gymnotoidei), akciğerli balıklar (Lepidosiren), çizgili kertenkeleler (Tejidae), iguana (Iguanidae) ve dev yılan (Boinae)lar eklenebilir.

Avustralya Bölgesi (=Rejyonu) (=Notogea)

Bu rejyona botanikçiler Avustralya, Tasmanya ve Yeni Gine'nin bir bölümünü katarken, zoologlar yukarıdaki bölgelere Yeni Gine'nin tamamı, Yeni Zellanda, Melanezya ve Polinezya Takım Adalarını ekler. Bu bölge tebeşirden beri, diğer bölgelerden izole olduğu için çok zen­gin ve değişik bir flora ve faunaya sahiptir. Örneğin buradaki 10 000 bitki türünün %86'sı endemiktir. Okaliptüs cinsinin 500, akasyanın da 400'den fazla türü ve birçok Casuarina türü burada bulunur. Yine emu, cennet kuşları ve birçok keseli hayvan türü bu gölge için tipiktir. Pasifik adalarından yeni Kaledonya'da kagu (Phinochetus jubatıs) ve Somoa Adasındaki dişli güvercin (Didunculus strigirostris) ve Yeni Zellanda'nın birçok endemik türü bu rejyonda yaşar. Pasifik Okyanusundaki volkanik Hawai Adalarına, hem doğudan hem de batıdan gelen canlılar yerleşmiştir. Buradaki bitkilerin ana formlarını dört bitki grubu oluşturur. Bunlardan paleotropik kökenliler baskındır. Burada birçok endemik bitki türü olup, bunların %94,5'i Angiosperm ve %64,6'ı ise eğrelti türleridir.

Antarktika Bölgesi (=Rejyonu) (=Antarktis)

Antarktika'nın bitki bölümü, Güney Amerika'nın güney ucu ve kısmen de daha önceleri buzullarla kaplı olan Yeni Zellanda'nın bir bölümü ve Subantarktika adalarının çoğunu içerir. Buralarda Nothofagus, Fuchsia, Gunnera cinsi örnekleri ile sert tohumlu bitki cinslerinden Azorella, Donatia, Raoulia ve Hasta'nın örneklerine rastlanır. Zooloji açısından bu rejyon ayrı bir bölge olarak ele alınmaz; çünkü bu gölgede burayı betimliyen hiçbir omurgalı hayvan grubuna rastlanmaz. Bu bölgede izlenen hayvanlar daha çok güneydeki kıtalarda veya güney yarımkürenin belli bazı adalarında, örneğin Güney Amerika, Avustralya veya Yeni Zellanda'da bulunur ve buraya geçici olarak uğrarlar. Bunlardan penguenler (Sphenisci), yarım gagalılar (Chionididae), fırtına dalgıç kuşları (Pelecanoididae) gibi kuş grupları, bu bölge için karakte­ristiktir. Memelilerden foklar (Phocidae), deniz leoparı (Hydrurga), Wedell foku (Leptonychotes) ve at foku (Ommatophoca) gibi örnekler vardır.

Biyocografya Nedir

Biyocoğrafya Nedir

Biyocoğrafya canlıların yayılışı ile ilgilenen bir bilim dalıdır. Buna bağlı olarak belli bir bölgedeki bitki varlığı (=flora) ve hayvan varlığı (=fauna)mn yayılışı ve onların biyoekolojik özelliklerini araştırır. Yani bir anlamda ZOOLOJİ ve BOTANİK'in objelerini COĞRAFİK bakış açısından inceler. Diğer yandan da canlıların çevreleri ile olan ilişkilerini araştıran EKOLOJİ ile yakın ilişki içindedir. Biyocoğrafyanın ana görevi bir bitki veya hayvan türünün nerede ve neden orada bulunduğunu araştırmaktır. Bunu sağlamak için, yukarıda belirtilen bilim dalları ile birlikte çalışır.

Biyocoğrafyanın alt dallarından olan BİYOSÖNOTİK BİYOCOĞRAFYA yaşama birlik­lerinin bulunduğu bölgelerin biyolojik özelliklerini; EKOLOJİK BİYOCOĞRAFYA, canlıların biyotik ve abiyotik koşullarla olan ilişkilerini dikkate alarak, onların yaşadıkları alanı ve oradaki çeşitli biyoekolojik değişimleri; TARİHSEL-FİLOGENETİK BİYOCOĞRAFYA Jeoloji, Paleontoloji, Paleoklimatoloji ve Evrime dayanarak elde edilmiş kanıtlardan yararlanarak, canlıların varoluşundan bu yana, yayılışlarında gösterdikleri bi­yoekolojik değişmeleri ve bunların nedenlerini araştırır.

BİTKİ ve HAYVAN COĞRAFYASI (=FİTOCOĞRAFYA ve ZOOCOĞRAFYA)nın çalışma yöntemleri benzerlik gösterir; ancak bunlar birbirlerinden bağımsız olarak gelişmişlerdir. İkisinin de amacı bilimsel sonuçlara karşılaştırmalarla ulaşıp, birbiri ile entegre edilmiş bir şekilde BİYOCOĞRAFYANIN ortaya çıkmasını sağlamaktır.

Biyo Coğrafya Alan Kavramı

Bitkiler genelde hareket edemedikleri için, onların yaşadıkları bölgelerin betimlemesi kolayca yapılabilir. Buna karşın, hayvanların hareketli olması ve sürekli yer değiştirmeleri, onların yaşadıkları alanların betimlemesinin yapılmasını zorlaştırır. Bu durum özellikle uça­bilen hayvanlar için daha da zordur. Örneğin bir kuş türü, belli bir bölgede yaşamamasına rağmen, oraya raslantı sonucu gelmiş olabilir. O türün yaşama alanının betimlemesi yapılırken, normalde orada yaşamıyan; ancak bir kez izlenen kuş türü için, o alanın yaşama bölgesi olarak verilmesi insanı yanıltabilir. Bu nedenle tartışmalara da neden olabilir. Buna meydan vermemek için, özellikle kuş türlerinde o türün orada birkaç kez izlenmesi ve bunun da resim veya filmle tesbit edilmesi gerekir. Buna ek olarak, her zaman bu alanların homojen; yani benzer yoğunluk ve dağılışta olmıyabileceğini de gözardı etmemek lazımdır. Örneğin "A" bölgesinde yayılışı verilen bir tür, o bölgenin alt zonunu oluşturan dağlık bölümlerde, hiç izlenmemiş olabilir. Yine, belli bir bölgede uzun süreden beri izlenen bir tür, orada bir daha görülmiyebilir. Örneğin ipekkuyruk kuşu (Bomybicilla garrulus) ve dağ ispinozu (Fringilla montifringilla), bir yaşama alanında bazı yıllar çok yoğun olduğu halde, bazı yıllar hiç görülmez. Bu türler bir nevi NOMAD (=GÖÇER) davranışı sergiler. Bazen de üreme ve gezme alanları farklı olan türler vardır. Örneğin yılan balığının ürediği ve beslendiği alanlar birbirinden çok farklıdır. Bu durum bazı göçmen kuşlarda daha da karmaşıktır. Bunların bir yaz yaşama alanı (=kuluçkalama bölgesi), bir kış yaşama alanı (=kışlak), bir de göç yolu yaşama alanı (=göç bölgesi) vardır. Bu bölgeler birbirine hiç benzemedikleri gibi, birçok bakımdan önemli farklılıklar gösterebilir. Örneğin Plaearktiğin kuzey kısmında kuluçkaya yatan leylekler, göç dönemi Balkanlar üzerinden İstanbul Boğazına gelir, burada onbinlere ulaşan sayıları ile büyük kalabalıklar oluşturarak Anadolu'yu kateder ve İskenderun Körfezine, oradan da Sina Yarımadası üzerinden Nil Vadisine ve Afrikanın diğer bölgelerine

geçerler. Aynı rota ilkbaharda gerisin geriye izlenerek, Avrupa'nın kuzey böl­gelerine kadar gidilir. Boyun çeviren (=Jynx torquilla) bir yandan göç rotası üzerindeki Anadolu'da kuluçkaya yatarken, diğer yandan, populasyonun bir kısmı kuluçkalamak için Avrupa' ya gider; bu faaliyeti tamamlıyanlar Anadolu populasyonun ile buluşarak, Afrika'nın yolunu tutar. Bir başka örnek olarak, cüce sinekkapan kuşu (=Ficedıda parva) verilebilir. Bu kuş türü de hemen hemen benzer şekilde bir göç serüveni yaşar; ancak Anadolu'da kuluçkaya yatmadan Avrupa'ya, oradan da yine Anadolu üzerinden Afrika'ya gider. Böylece birbirlerinden çok farklı yaşama alanlarından geçerek, yaşamını sürdürür. Bazı türler ise sadece belli bir bölgede yaşarlar. Bunlara "ENDEMİK TÜRLER" denir. Örneğin Anadolu sıvacısı (=Sitta krüperi), Anadolu'da yayılış gösteren bir kuş türü olup, sadece burada doğal populasyon oluşturur. Burada geniş alanlı bir yaşama bölgesi söz konusudur. Oysa Valla Konyonu örbeşik böceği (=Trikopteri) {=Hydroptila varla), çok dar bir bölgede yaşar. Bu şekilde, endemik türleri de yaşama alanı geniş ve dar olmak üzere ayırmak mümkündür

Bir de dünyanın her tarafında yayılış gösteren "KOZMOPOLİT TÜRLER" vardır. Ev serçesi (Passer domesticus) ve ev sıçanı {Rattus rattus) bunun için iyi örneklerdir.

Eğer birbirine yakın akraba türler, farklı bölgelerde yaşıyor ve yaşadıkları alanlar birbir­leriyle kesişmiyorsa, "ALLO PATRİK YAYILIŞ" söz konusudur. Farklı bölgelerde yaşayan bu türlere de "ALLOPATRİK TÜRLER" denir. Buna karşın eğer iki akraba türün yaşadığı alan­lar birbiri ile kesişiyor ve böylece geniş bir yayılım alanı ortaya çıkıyorsa, buna "SİMPATRİK YAYILIŞ" ve bu türlere de "SİMPATRİK TÜRLER" adı verilir.

Biyocografya Anasayfa

Biyocoğrafya

Karasal Alanların Sınıflandırılması

Denizlerin Sınıflandırılması

Biyocoğrafya Tarihi

İzolasyon Olayı

Buzul Çağı

Ekolojik Biyoloji

Ekosistem Nedir